2025-2026 Eğitim ve Öğretim Yılı’na ilişkin MEB’in genelgesi!

Bu genelge, eğitimde sorunların köklü çözümünden çok, yüzeysel düzenlemelerle günü kurtarma girişimi olarak değerlendirilebilir.
“Eğitimde gerçek çözüm eğitimde adalet, özgürlük ve katılımcılıkla sağlanır.”
Milli Eğitim Bakanlığı’nın 18 Ağustos 2025 tarihinde yayımladığı 2025/63 sayılı Genelge, yaklaşan eğitim-öğretim yılına ilişkin kapsamlı düzenlemeler içermektedir.
Genelgede aile yılı ilanından çevre duyarlılığına, öğretmenlerin görev tanımlarından öğrenci kıyafetlerine, dijital bağımlılıkla mücadeleden ders programlarının uygulanmasına kadar geniş bir yelpazede kurallar ve hedefler belirlenmiştir. Ancak, bu genelgenin eğitimde karşılaşılan yapısal sorunlara çözüm olup olamayacağı tartışmalıdır.
Genelge, bazı başlıklarda pedagojik ve toplumsal açıdan olumlu görülebilecek düzenlemeler barındırmaktadır:
Aile Yılı teması ile aile bağlarının güçlendirilmesi ve velilerin eğitim sürecine aktif katılımının teşvik edilmesi, öğrencilerin sosyal gelişimini destekleyebilir.
Çevre duyarlılığı ve sürdürülebilirlik vurgusu (orman yangınlarına karşı bilinç, enerji tasarrufu, yeşil okul uygulamaları) çevre bilincinin öğrencilerde erken yaşta yerleşmesini amaçlamaktadır.
Eğitimde fırsat eşitliğini bozan özel şube uygulamalarının yasaklanması, öğrencilerin “okul içinde kategorilere ayrılmasının” önüne geçmeyi hedeflemektedir.
Mevsimlik tarım işçisi ve göçer çocukların eğitime erişimi için önlemler toplumsal eşitsizlikleri azaltma yönünde olumlu bir adımdır.
Öğrencilerin okuma kültürünü geliştirmeye yönelik kütüphane kullanımı ve “öğretmen yazar” hikâyelerinin dağıtılması, eğitimde kültürel bir zenginlik sunmaktadır.
Dijital bağımlılıkla mücadele kapsamında cep telefonlarının sınıflarda yasaklanması, pedagojik açıdan dikkat çekici bir girişimdir.Buna karşın, genelgenin birçok maddesi uygulamada sorunlara yol açabilecek niteliktedir:
Genelgede sıkça tekrarlanan “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” vurgusu, eğitimin bilimsel ve evrensel ilkelerden çok siyasi ve ideolojik bir çerçeveye oturtulduğunu göstermektedir. Eğitim politikalarının belirli bir ideolojik çizgiye sıkıştırılması, farklı sosyo-kültürel grupların taleplerini dışlayabilir ve toplumsal kutuplaşmayı pekiştirebilir.
Genelgede öğretmenlerden; rapor hazırlama, etkinlik yürütme, odak grup toplantılarına katılma, zümre modüllerini doldurma, çevre etkinlikleri düzenleme, veli eğitimlerini yürütme gibi çok sayıda ek görev talep edilmektedir. Ancak öğretmenlerin zaten ağır ders yükü ve sınav odaklı eğitim baskısı altında olduğu düşünülürse, bu tür bürokratik talepler eğitimin kalitesini artırmaktan çok öğretmen yorgunluğunu büyütecektir.
Genelgede kırsal bölgelerdeki küçük okulların açık tutulması gerektiği belirtilse de, bu okulların fiziki koşullarına, teknolojik yetersizliklerine ve öğretmen eksikliklerine dair somut bir çözüm sunulmamaktadır. Taşımalı eğitim, kalabalık sınıflar ve bölgesel eşitsizlikler hâlâ görmezden gelinmektedir.