ÇevreMelis Tantan

Seçime doğru: Ekoloji hareketi ehvenişer bile olmayana muhtaç mı?

CHP’nin kasım ayında yayımladığı “Cumhuriyetin İkinci Yüzyılında CHP Enerji Politikaları” belgesi içerisinde hem büyük çelişkileri barındırıyor, hem de politikasını enerji üretiminin artırılmasının ve doğanın “yerli ve milli” bir “kaynak” olarak görülmesinin üzerine kuruyor.

Seçim sathında, ekolojik tahribatların temel hak ve özgürlüklere yönelik saldırılarla birlikte hız kesmeden devam ettiği zamanlardayız.

Ekoloji hareketi hemen hemen her ilde kimi davalarla, eylem ve etkinliklerle, kimi ÇED süreçlerinin takibiyle, kamuoyu bilgilendirme çalışmalarıyla, ortak açıklama ve dayanışma eylemleriyle, politik sözlerle tüm baskılara rağmen ekolojik yıkımlara karşı mücadele etmeye çalışıyor.

Tam da bu dönemde hem iktidarın hem de muhalefetin gündemine iklim krizi, Paris Anlaşması ve COP zirvesi üzerinden giren “doğa meselesi”, daha doğrusu “çevre hassasiyeti modası” bolca hamaset üretiyor.

Ekolojik hareketin birikiminden ve genel taleplerinden uzak, iklim krizinin ciddiyetini önemsemeyen paradigmaların ve sistem içi çözüm önerileri geliştirme çabasının iktidar kadar muhalefette de olduğunu görüyoruz. Bu yazıda, muhalefetin ekoloji alanındaki perspektifini inceleyecek ve bu çözümsüzlük ortamı gibi gözüken bu durumda ekoloji hareketinin çözümü nerede oluşturabileceğini tartışmaya çalışacağım.

Anayasa taslağında da ekoloji yok

6’lı masanın 28 Kasım’da açıkladığı anayasa teklifinde ekoloji hareketinin dayanak noktasını oluşturan 56. Maddeye getirdiği değişiklik önermesi, yine insan merkezli, doğayı insanın ve toplumun bir çevresi olarak niteleyen, doğanın kendinde haklarını görmeyen bir perspektifte kaldı.

Yani aslında 6’lı masa, ekoloji hareketinin ekolojiyi temel alan ‘ekolojik anayasa’ talebine kulağını tamamen kapatmış, anayasal düzlemde ekolojiyi bir gündem olarak almadı.

Peki, ekoloji alanında verdiğimiz mücadelelerde az sayıdaki yerelde mücadeleye destek veren ve 6’lı masanın ana belirleyenlerinden olan ana muhalefet partisi CHP’nin ekoloji konusundaki perspektifi nedir? Son açıklanan programlar doğrultusunda bunların da AKP’nin politikalarının neredeyse bir benzeri olduğunu söyleyebiliriz. Buradan hareketle 6’lı masanın ekoloji alanına önermesinin olmaması daha da anlaşılır oluyor. Nasıl mı, şöyle birkaç başlıkta bir göz atalım.

CHP’li yerel yönetimlerin kimi yerlerde ekolojik tahribatların izin verenleri, devam ettirenleri ve hatta savunanları olduğunu şu örneklerle görüyoruz:

Birincisi; Ankara. Melih Gökçek zamanından kalan ODTÜ ormanının içinden geçen yol projesini devam ettiren Mansur Yavaş, ne yol üzerindeki rantı, ne ODTÜ ormanın bölünmesini, ne de kentin bir ana ulaşım planının olmamasını bir sorun olarak görüyor. Üstelik yereldeki CHP’lilerden de destek alarak ormanı bölen rant projesini ‘ekolojik köprü’ yapıyoruz diyerek masumlaştırmaya çalışıyor.

İkincisi; Kadıköy’de TCDD eliyle yapılmak istenen 108 dükkanlı AVM projesi için Söğütlüçeşme’de 450 ağacın kesilmesine ve AVM projesine göz yuman yine CHP’li Kadıköy ve İstanbul Büyükşehir Belediyeleri.

Diğer iki örnek de Muğla’dan. Marmaris’te Sinpaş’ın hukuksuz inşaatını engellemeyen, Menteşe ve Yatağan’da ise çimento fabrikasına ruhsat veren yine CHP’li belediyeler.1 Arhavi’de MNG’nin HES projesine onay veren de yine CHP’li Arhavi Belediyesiydi.

“Sözde” ekolojik vizyon

CHP’nin kasım ayında yayımladığı “Cumhuriyetin İkinci Yüzyılında CHP Enerji Politikaları” belgesi içerisinde hem büyük çelişkileri barındırıyor, hem “girişimci devlet modeliyle” yeşil enerjiye geçişi özel sektörü de bolca destekleyerek yapacağını anlatıyor, hem de politikasını enerji üretiminin artırılmasının ve doğanın “yerli ve milli” bir “kaynak” olarak görülmesinin üzerine kuruyor.

Bu nedenle ekolojik tahribatlara kimi yerlerde çözüm üreteceğini söylese de belge, bir bütün olarak fecaat. İçinde neler mi var? Buyrun, inceleyelim.

Özel yatırımların fonlanması

Belgede “yerli bir enerji verimliliği sektörü” yaratılması, buna yönelik makinelerin ve ekipmanların Türkiye’de üretilmesi ve yeşil finansman olanakları sağlanacağı bir ilke olarak yer alıyor. Bu olanakların başında bir fon sağlanması geliyor, belgede bu enerji finansmanı için iklim bankası oluşturulacağı söyleniyor. Kulağa ilk anda “hoş” gelen bu öneride detaya indikçe görülüyor ki; bu banka ile devletin özel yatırımları “iklim” başlığı altında fonlanacak.

Cebimizden yeşil sermaye yatırımlarını fonlayabilmemiz için bir hizmet adeta. Bunu yeşil tahviller, yeşil enerji dönüşümü finansman arz yapısı, yeni iş modelleri, kamu borçlanması, yatırım destek ofisi izliyor.

“Bunlar ekolojik”

Belgede aynı AKP’nin yaptığı gibi “iklim dostu” olarak gösterilen elektrikli araçların üretimine de yer veriliyor. Bu araçların üretimi için gereken metallerin madenciliğe bağımlı olması aslında bu sektörün hiç de ekolojik olmadığının bir göstergesi, otomotiv sektörünün devlerinin elektrikli araba üretmeleri burada çoktan oluşmuş olan ve büyüme potansiyeli de hızla artan bu devasa pazarı bize gösteriyor. Şirketler krizden fırsatı üretmiş durumdalar bile. Özetle “bunlar ekolojik” yalanı iyi satıyor.

Enerji belgesinde vaat edilen bir diğer konu da elektrik üretiminin “benzeri görülmemiş bir şekilde hızlanması”. Peki öyleyse birkaç soru soralım: Elektrik üretimini arttırmak ekolojik bir perspektife uyar mı? Bu elektrik kimin için, ne için? Bu kadar görülmemiş düzeyde hızlanacak elektrik üretimi ülkenin her yerini santral sahasına çevirmeden nasıl mümkün olacak?

Kalkınma politikalarında ısrar

Tariflenen yine devasa bir kalkınma modeli, devasalıklar doğanın devasa tahribatına neden olacak, adı da yeşil olacak. Kalkınma politikalarında ısrar, ister sürdürülebilir densin ister sürdürülemez olarak nitelensin zaten sisteme içkin bir sürdürülemezliği beraberinde getiriyor. Bu yalanın arkasındaki gerçeği hep hatırlamakta fayda var; sermaye birikimine dayalı kalkınma modellerinde sürdürülebilir kılınması hedeflenen kapitalist sistemin kendisidir. Bu birikim modeli ne ekonomik ne ekolojik hiçbir krize çözüm olamaz, olamayacaktır.

Belgede “çalışması durumunda ekosisteme zarar veren, yerel tarımı engelleyen” HES’lerin GES’e dönüştürülmesi bir proje olarak sunuluyor. Akarsuların, derelerin üzerlerine inşaa edilen HES’ler iyi ve kötü olarak ayrılıyor CHP’ye göre.

Bugüne kadar derelerin kardeşliği, santrale ve barajlarla mahvedilen nehirlerin yaşaması adına mücadele eden ekolojistlerin tüm argümanlarına ters bu bakışa soralım; ekosisteme zarar vermeyen bir HES mi var? “Bir taşla iki kuş” başlığını taşıyan HES’lerde sudan ve güneşten elektrik üretme önerisi ise bir başka skandal. Taşlarla kuşları öldürmek gibi bir etkiyle doğanın tahribatına devam niteliğinde, başlığın kendisi bile gerçekten acıklı.

“Yeraltı sularınız hassasiyetle bitirilir”

Buna ek olarak belgede; 2030 yılına enerjide büyük atılımlarla girileceği söyleniyor ve bu başlık altında 56 bin MW’lık yeni enerji kapasitesi için rüzgar, güneş, biyokütle santrallerinin açılacağı söyleniyor. Yeraltı sularını ve havayı mahveden JES ve biyokütle santralleri de yenilenebilir enerji olarak tanımlanıyor.

Jeotermal sahaların genişletileceği söyleniyor (ama genişletirken doğa hassasiyetinde bulunarak diyorlar ki “kümülatif etkilerini dikkate alacağız”. Bir de AKP’nin tarım OSB’leri için bir dahiyane proje olarak sunduğu ve uygulamaya başladığı JES enerjili OSB’lerden esinlenen CHP, seracılıkta JES’leri kullanacağını söylüyor). Bu proje olsa olsa yeraltı sularınız hassasiyetle bitirilir projesi olabilir.

Sürdürülebilir madencilik

Belgede madenciliğe bakış da aynı şekilde, “Çevreye ne kadar etki ediyor bakacağız, ona göre projelendireceğiz” deniliyor açıkça, zaten başlığı da sürdürülebilir madencilik. Sürdürmeye çalışınca her şey yoluna girecekmiş gibi… Çevrenin olumsuz etkilemesine izin vermeyeceğiz’ler, insan haklarını, kültürel mirası’ı koruyacağız’lar, emekçi haklarına saygı’lar vb. laflar havalarda uçuşuyor.

Madenciliğin yarattığı tahribatlar, küçük ölçeklerdeki madenlerle, iyi tekniklerle ve insan merkezli yönetişimlerle çözülebilecekmiş gibi sektörü üzmemek ve kalkınma hayalinden vazgeçmemek için bu belgede CHP bizi kötü bir hayalin peşinde sürüklemeye çalışıyor.

Ekolojik dönüşüm maskesiyle yerli-milli atılımlar

Bu belgede nasıl bir CHP var, diğer başlıklarla devam edelim. Nükleer santralleri bir mühendislik formülasyonuna indirgeyerek bilgi, donanım ve tecrübeyle yönetilebileceğini sanan, aynı İyi Parti gibi “yerli-milli” santral savunusu yapan bunun için yerli teknolojileri geliştireceğini söyleyen, karbon salınımı yapmadığı için nükleeri “iklim dostu” olarak niteleme gafına düşen ve küçük nükleer santralleri savunan, nükleeri alternatif bir enerji kaynağı olarak gören bir “İYİ Nükleerci” bir CHP var.

Net sıfır hedefini 2050’ye koyarak bunun için sürdürülebilir kalkınma yaratacağını söyleyen süslü sözlerle aslında yeni hiçbir şey söylememiş olan bir CHP var. Ama bakın, burada, iklim krizini sadece termik santral salınımlarıyla yaratıldığını, aslında fosil yakıtların bitmeyeceğini hatta daha da artacağını, böylelikle de karbon sıfır hedefinin bir yalan olduğunu belgenin kendisi söylüyor. Petrol ve doğalgaz aramalarına “ulusal kaynakların değerlendirilmesi” adına hız verileceği, Tarsus ve Çankırı’da yeni depolama alanları vaat ediliyor.

“AKP zaten bunu yapıyor”

Şöyle söyleyelim: Bu yeşil dönüşüm ve sözde iklim krizine karşı mücadele, sürdürülebilir kalkınma zırvaları için CHP’ye gerek yok, çünkü AKP zaten bunu yapıyor, daha yeni bir iklim yasası taslağı hazırladı, “yenilenebilir enerji” teşvikleri, yatırımları hız kazandı (bunu sadece yandaş şirketlere de yapmıyor, Koç, Eczacıbaşı vb. “yandaş olmayan” şirketler de dahil tüm sektörlerden holdingler, enerji ve maden şirketleri yani tüm yerli-milli şirketler de bu kervanda), her yerde iklimdi, çevreydi, yatırımdı, kalkınmaydı anlatıp anlatıp duruyorlar.

Rifkin: Yeşil Kemal Derviş

Kemal Kılıçdaroğlu’nun “çevre” konularında danışmanlığını yapacağı ilan edilen Jeremy Rifkin, 3 Aralık’ta CHP’nin vizyon belgesini açıkladığı “ikinci yüzyıla çağrı” etkinliğine bağlanarak bir konuşma yaptı. Sosyal medyada Rifkin için “Sürekli yanılmasına rağmen 30 yıldır aynı şeyleri söylüyor,” diyen Arif Koşar’a katılmamak mümkün değil.

İklim krizine sanayi dönüşümüyle karşı koyabileceğimizi ve Türkiye’nin de bölgede bunun öncüsü olabileceğine yönelik “umutlandırıcı” sözler eden Rifkin’in aslında söylediği yeni bir şey yok. 2000’li yıllardan bugüne Avrupa’da ve Asya’da devlet yöneticilerine danışmanlık yapan Rifkin, radikal dönüşümleri sağlayan, gerçek birer çözüm olan bir politika üretmedi.

Bunu bu ülkelerin özellikle COP zirvelerindeki konumlarından net olarak görebiliyoruz; geçtiğimiz günlerde 27.’si gerçekleşen bu zirvelerde devletlerin ne fosil yakıtlardan vazgeçiş, ne toplumsal değişimlere öncü oluş ne de uluslararası sermayenin iklim krizine katkılarını durduruş gibi bir yönünün olmadığı çok net. Aynı şekilde şirketlerle de bu yönde çalışmalar yapan Rifkin, tam olarak bir illüzyon olan “yeşil aklamanın” mimarlarından biri.

Sermayenin yeşil dönüşüm stratejileri

Fosil yakıt şirketlerinin sosyal sorumluluk projeleri, kirletici şirketlerin yeşil enerji yatırımlarına yönelmesi, küresel kuzeyin ‘tazminat’ ödeyerek vicdanını rahatlatması, devletlerin (Türkiye’nin de pek tabii) yeşil enerjiye teşvikler, destekler önermesi, ‘sözde’ ekolojik olduğu söylenen tahribatları arttıran devasa tarım alanları üzerine kurulan güneş santralleri, denizlerin üzerlerine ya da ormanlara ve kuş göç yollarına kurulan rüzgar santralleri, dere, nehir yataklarını ve suyu yok eden hidroelektrik santraller ve barajlar, yeraltı sularını kullanarak iklim krizi çağında kuraklığa hız veren jeotermal santraller, yeşil enerjilerin teknik ekipmanları için karbon yutak alanlarını yok eden madencilik projeleri ve dahası….

Yeşil yatırımların, enerji ve maden üretiminden vazgeçmeyişin, artı değer üretimi üzerine kurulu olan sistemin, devletlerin demokrasi, insan hakları ihlalleri ile birleşen devasa bir döngüsü mevcut.

“Yeşillenerek büyümek”

Bu döngüyü ne Rifkin’in büyüme ve esenlik getireceğini iddia ettiği üçüncü sanayi devrimi kırabilecek ne de devletlerin ve şirketlerin “iyi niyetleri”. Yani sermayenin “yeşillenerek büyümesi” ve buna sanayi devrimi denmesi ne gezegeni ne de bizleri kurtaracak. Sürdürülebilir piyasacı ekonomiler yaratma çabası artık geçmiş yüzyılın bir çözümü olarak öne sürülen ve mahkûm edilmesi gereken devasa bir yalan! Kapitalizm, rengi ne olursa olsun krizlerden beslenerek büyüyen bir sistemdir ve bugün de ekonomik ve ekolojik krizin ortaklığı sistemin felaketten fırsatlar yaratacağı şekilde sonuçlanacaktır.

Çözüm: Sistemden radikal bir kopuş

Çözüm, küresel düzeyde vahşileşmiş endüstriyel üretimden vazgeçmek, metropollerin yüklerini azaltmak, teknolojiyi ve bilimi sermayenin kullanımından çıkarmak, ekolojik ve toplumsal temelde politikaları hızlıca hayata geçirmeye çalışmakla mümkün. Bunu sistemle göbek bağı olan, sistemi yıkmayı değil iyileştirmeyi savunan hiçbir politik tez gerçekleştiremeyecek.

Bu toplumsal tarihin ortaya koyduğu açık bir gerçeklik. Buna göre ne CHP’nin yeni yeşil sanayiyi büyütme ve “iklim kriziyle mücadele” planı, ne 6’lı masanın yerli ve milli yatırımlar savunusu, çevre hareketlerini kimi lokal düzeylerde destekleseler de bir çözüm olamaz. Peki elimizde ne kalıyor?

Emek ve Özgürlük İttifakı

Çözüm, radikal bir değişim ve kopuş senaryosunu hayata geçirmektir. Türkiye’de seçim öncesinde, doğanın, çevrenin ve kültürel mirasın korunmasını sermaye karşıtı perspektifle ele alan Emek ve Özgürlük İttifakı, bugün ekoloji hareketinin eylem ve sözlerinin karşılığını bulabileceği tek ittifak.

Kamuyu girişimci olarak tanımlamayan, doğayı bir kaynak olarak nesneleştirmeyen, özel sektörün geliştirilmesi yerine halkın kolektif üretim süreçlerine değer veren, kâr mekanizmasından ve sermaye arzından uzaklaşan bir alternatif ekonomi perspektifi sunan ittifakın, enerji alanında da doğanın hakları alanında da gerçek bir alternatifi yaratabilmesi mümkün.

Bize düşen…

Ancak şimdi ittifak bileşenlerine ve ekoloji hareketine daha büyük bir sorumluluk düşüyor, iklim krizine karşı mücadeleyi iklim adaleti perspektifinde ele almak, başta kadın özgürlük mücadelesi olmak üzere tüm toplumsal hareketlerle ve sınıf hareketiyle ekoloji mücadelesini birleştirmek, tüm toplumsal kesimler ve doğa için hak ve özgürlükler mücadelesini yükseltmek, sermayeden bağımsız halkların kendilerince ve doğaya içkin bir yaşamı kurmak üzere örgütleyebileceğimiz bir geleceği bugünden yaratmak için kolları sıvamaya başlamalıyız.

Yarın geç olmadan, muhalefetin muhalefet etmediği, gelecek vizyonunun var olanın çözümü olamayacağını göstermenin yolu, kendi alternatifimizi yaratmaktan geçiyor.

[1] ODTÜ Rant Yolu Projesi için: Rant Yoluna Hayır’ın, Marmaris’te Sinpaş’a karşı verilen mücadele için; Marmaris Kent Konseyi’nin, Söğütlüçeşme’de ağaç kesimi ve AVM projesine karşı mücadele için Kadıköy Kent İnisiyatifi’nin Menteşe ve Yatağan’daki çimento fabrikasına karşı verilen mücadele içinse Deştin Çevre Platformu’nun sosyal medya hesaplarından detaylı bilgi alabilirsiniz.

[2] Emek ve Özgürlük İttifakı deklarasyonundan:

Doğanın, Çevrenin ve Kültürel Varlıkların Korunması

“Kapitalizm gölgesini satamadığı ağacı keser. Neoliberal politikaların ülkede derinleşmesini sağlayan iktidar, bütün doğal varlıkları sermayeye peşkeş çekiyor. İklim krizine karşı acil durum ilanı, kâr ve rant uğruna çılgınca doğa ve çevre tahribatına yol açan, ormanları, tarım alanlarını, akarsuları tahrip eden ve ekolojik dengeyi bozan, doğaya karşı işlenen suçların odağı olan tüm projeler durdurulmalıdır. Enerji, ulaşım, kentleşme ve tarım başta olmak üzere tüm politikalarda doğanın korunması odaklı yaklaşım hem acil hem de zorunludur. Her canlının sağlıklı bir ekosistem içinde yaşam hakkı etkin yasalarla koruma altına alınmalıdır.

“Tarihi ve kültürel varlıkların yağmasına son verilmelidir”

 

Daha Fazla Göster

Bir yanıt yazın

Başa dön tuşu