Güncel

Bir 12 Eylül hikâyesi: Adana sebze halinin özgeçmişi

Anılar süpürüldü; silindi yaşanmışlıklar. Tutuklu doğan bebeklerin ve hücrelerde kilitliyken kazdıkları tünellerle özgürlüğe kanat çırpanların ve avluya kurulan sehpaların hikâyeleri ise hiç eksilmeden aklımıza saklandı

Gönül İlhan– Tekstil fabrikasında işçi olan Hatice görür görmez sevdalandı Hasan’a. Dengi dengineydi her şey, itiraz eden olmadı yakınlarından; evlendiler.

Önce Hüseyin doğdu. Ardından Mahir. Ve sonra Ulaş. Ailenin beş bireyi, aşkı ve yoksulluğu paylaşarak birlikte büyüdüler.

Gelen gidenleri eksik olmuyor, evleri misafirsiz kalmıyordu hiç. Bir demlik çayın başında sigaralar tüttürülüp, mahallenin dertlerinden dünyanın sorunlarına savrulan koyu sohbetlere dalınıyordu geceleri. Şu soru ile noktalanıyordu bütün cümleler: Ne olacak bu memleketin hali?

Eylülün 12’sini gösterdiğinde takvimler; “beşibiryerde duran darbeciler” silah zoruyla ülke yönetimini ele geçirip, bir önceki darbede yazılmış olan anayasayı tağyir, tebdil ve ilga ettiler. Radyodan okunan bildiriden durumu öğrenir öğrenmez generallerin önünde sıraya girerek yerlere kadar eğildi; işverenler, kimi gazeteciler, bazı üniversite hocaları, ‘kararmış aydınlar’, ‘sararmış sendikacılar’, bana dokunmayan yılan istediği kadar yaşasıncılar…

Bir hapishaneye dönüştürdüler memleketi

Sıkıyönetim koşullarında sakıncalı bulunan kitaplar, filmler, gazeteler yakılıp yok edildi; aranan insanların fotoğrafları yapıştırıldı bulvarlara; oğluna kızına yataklık suçlamasıyla analar babalar cezaevlerine konuldular…

Darbeciler ağaçtan çiçeğe, böcekten insana tüm canlıların yaşam hakkını savunarak daha güzel bir dünya hayal edenlerden hoşlanmadıklarından, “yurttaşlara bol geliyor” dedikleri demokrasiyi daraltıp, insanların “kayıp” edilmesini sıradanlaştırdılar.

Sağ kalanlar kafeslere, hücrelere, koğuşlara tıkıştırıldı; tek tip elbise giymeleri için kış ayazında çırılçıplak soyulup avlularda dayaktan geçirildi; kimileri de çocuk büyük demeden darağaçlarına gönderildi. Dik durmaktan vazgeçip sürüngene dönüşsünler diye. Boğaz tokluğuna çalışan köleler olmaya razı gelsinler diye. İşverenlerin yüzü gülsün diye. Diye. Diye. Diye… İnsan onurunu un ufak etmek için ellerinden gelen hiçbir şeyi esirgemediler.

Milli birlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç duyduklarını söyledikleri o günlerde bir hapishaneye dönüştürdüler memleketi. Devletin resmi dilini bilmeyen analar, resmi görevlilerce itilip kakıldılar cezaevi önlerinde; vatanı milleti bölüp parçalamamak için görüş kabinlerinde konuşmadan baktılar çocuklarının gözlerine. Bunca zulüm karşısında bedenini ateşe verdi kimi tutuklular.

Kalabalıklaştı mezarlıklar. Kalabalıklaştı, hasret kalınan evlat fotoğraflarının asıldığı evlerin duvarları. Kalabalıklaştı yalnızlıklar…

Gazeteler gelmeyince okunmadan bilinirdi acı haberler

Çocuklarının hayatta olup olmadığını öğrenebilmek için emniyet binalarının kapılarına gün doğarken gidip, gün batarken geri dönen kadınların sayısı her geçen gün arttı. Suskun. Üzgün. Sabırlı. Ürkek. Kaygılı. Korkak. Cesur. Öfkeli. İnatçıydılar…

Tutuklanan 650 bin insanın arasında olan Hatice ve Hasan çalıştıkları fabrikada greve katılmak ve çocuklarına devrimcilerin adlarını vermekle suçlandılar.

Kadın koğuşunda mahkemelere itiraz dilekçeleri yazarak, bilmeyenlere okuma yazma öğreterek, ekmek içinden ya da sabundan yaptıkları taşlarla satranç oynayarak ya da çocuklar için oyuncaklar örerek geçerdi zaman; israf edilmezdi hiçbir saniye.

İnfaz gecelerinin ertesinde gazeteler gelmeyince okunmadan bilinirdi acı haberler.

“Gök mavi ama bir işe yaramıyor” diyen generaller

Görüş gününde tellerin ardında yan yana sıralanırdı Mahir, Hüseyin, Ulaş. Mahir esmerdi, Hüseyin kumral, Ulaş sarışın. Ağız dolusu konuşurdu Mahir; sakince dinlerdi Hüseyin; utangaçça gülerdi Ulaş. Bir akşam alacasında, su kanalına düşüp öldüğü haberi geldi Mahir’in…

Örümcek ağı gibi sararken korku her yanı, “Gök mavi ama bir işe yaramıyor” diyen generaller kendi yazdırdıkları anayasayı “evet” için beyaz, “hayır” için mavi renkli pusulalarla halka oylattılar. Sandıklardan yüzde 91,4 evet çıktığında, yüzde 8,6’nın verdiği umutla sürdü yaşam.

Duruşmalar başladığında çok kişinin idamını istese de savcılık makamı, ortalığı bayram yerine çeviriyordu ölümü istenenler. Çünkü arkadaş, ana, baba, kardeş, konu komşu bir aradaydılar. Zaman içinde kimileri tahliye edildi kimileri de verilen hapis cezalarını bitirmek üzere başka şehirlere sevke gönderildiler. Hasan da onlardan biriydi.

Dışarıya çıktığında hayata dört elle sarıldı Hatice. Hızla geçti yıllar. Hüseyin’i sevdiği kızla evlendirdi. Bir gün evden çıkıp bir daha geri dönmeyen Ulaş’ı kalbine, Mahir’in yanı başına sakladı. Yaralarının kabuklarına dokunmadan yaşamayı öğretti kendine…

Gün oldu, yıkım kararı veren yetkililer cezaevinde taş üstünde taş bıraktırmadılar. Anılar süpürüldü; silindi yaşanmışlıklar. Tutuklu doğan bebeklerin ve hücrelerde kilitliyken kazdıkları tünellerle özgürlüğe kanat çırpanların ve avluya kurulan sehpaların hikâyeleri ise hiç eksilmeden aklımıza saklandı.

Sonra sebze hali kuruldu geçmişin üstüne; domates, biber, patlıcan, fasulye, soğan, kabak, ıspanak satılıyor orada şimdilerde. Sebzelerdeki kekremsi tadın, o mekânda insanlara yaşatılanlardan dolayı oluştuğunu söylüyor bilenler…

 

 

Gönül İlhan

Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi, Radyo Televizyon ve Sinema bölümü mezunu. Yayımlanmış Kitapları: “Bilmek Yetiyor” (Kavram Yayınlar), “Bizim Mahalle Tenekeli Mahalle” (Heyamola Yayınlar), “Kalbibahar” (Kibele Yayınlar), “Bir Çift Kanat Bütün İstediğim” (Nota Bene Yayınları)

Daha Fazla Göster

Bir yanıt yazın

Başa dön tuşu