Siyaset

Demokrat Parti’de coşkulu kongre

Demokrat Parti’nin 14. Olağan Büyük Kongresi Ankara Atatürk Spor Salonu’nda gerçekleşti

Türkiye’nin dört bir yanından gelen Demokrat Partili büyük kongre delegeleri, il ve ilçe başkanları, yöneticileri ve partili üyeler salonu doldurdu. Kongreye siyasi partilerin temsilcileri  yabancı misyon üyeleri de katıldı. Salonu tıka basa dolduran Demokrat Partililer, halk oyunları ekiplerinin yöresel oyunlarıyla keyifli dakikalar yaşadı. İlerleyen dakikalarda salona gelen Demokrat Parti Ordu Milletvekili Cemal Enginyurt dakikalarca alkışlandı. Enginyurt kongrenin divan başkanlığını üstlendi. Celal Enginyurt kürsüye gelerek coşkulu bir konuşma yaptı.

Demokrat Parti’de coşkulu kongre

“Altı parti heyecan yarattı”

Enginyurt, “Demokratlar, her biri 18 yaşında gibi Çanakkale Destanı yazanlar bu salonda. Ey saraydaki, demokratlar geliyor. Sandıkla geldiniz, sandıkla gideceksiniz. Elektriğe, doğalgaza, akaryakıta zam yapıyorsunuz, yabancı dış güçlerin işi diyorsunuz. 20 yıldır iktidardasınız. Ne içtiğiniz belli değil, Cumhuriyet Halk Partisi yaptı diyorsunuz. Altı parti bir araya geldi. Korktunuz. Altı parti bir araya geldi heyecan yarattı.

Demokrat Parti’de coşkulu kongre

Uysal’dan uzun konuşma

Kongrenin yapıldığı salon eşiyle birlikte gelen Demokrat Parti Genel Başkanı Gültekin Uysal uzun konuşmasında şunlara değindi: “Sayın Divan, Başkan ve üyeleri, Anavatan Partisi’nin çok değerli genel başkanı Sayın Salih Uzun, kıymetli delege arkadaşlarım, saygıdeğer büyüklerim, çok değerli bakanlarım, milletvekillerim, çok değerli başkanlarım Çok değerli basın mensupları, siyasi partilerin ve STK’ların kıymetli temsilcileri, ekranları başında umutla bizleri izleyen, sözünü, yetkisini emanet aldığımız Aziz Milletim; hepinizi en derin saygılarımla selamlıyorum.

Demokrat Parti’de coşkulu kongre

“Cemrelerin havaya, suya, toprağa düştüğü bereketli günlerdeyiz”

Neydi cemre? Hani bereketi getiren, baharı müjdeleyendi. Toprağa düşünce tohuma, havaya düşünce soluğa, suya düşünce cana denk gelendi. Cemre yeni bir uyanıştı.
Bir tohumun toprağı yırtışına, bir damlanın rahmeti çağırışına vesileydi. 46’da Türk siyasetine düştü o cemre; bereket getirdi, refah getirdi, huzur getirdi. Millete soluk oldu. Toprağa bolluk oldu.

Demokrat Parti’de coşkulu kongre

Ey suların ışıltılı dostu!

Türkü türkü süzülüp mü geldin?

Şiir şiir yazılıp mı geldin?

Yeter artık çıldırt bu çılgınlığı…

Ya gecikmiş bir nehir ol kuraklığıma

Ya da kıştan yaza bir cemre ol

Önce havama düş

Sonra suyuma ve yangın yeri toprağıma…

Bir cemre düşüyor bugün değerli dostlarım. Bu çılgınlığı çıldırtacak bir cemre. Bu toprakları yeniden berekete erdirecek bir damla düşüyor. Bir cemre; milletimizin nefes almasına vesile.76 yıl evvel olduğu gibi bugün memlekete bir cemre düşüyor gönüllerimizden.

Demokrat Parti’de coşkulu kongre

“Demokrasi, adalet ve hürriyet uyanıyor”

“Öyleyse hoş geldiniz; vatanın her yerinden imanı ile inancı ile kararlılığı ile memleketi uyandırmaya, memlekete cemre olmaya hoş geldiniz. Uyanışın kurultayına hoş geldiniz Partimizin 14. Olağan Genel Kurulu’na, Büyük Kongresine hepiniz hoş geldiniz. Anadolu’da milletimizin diline yakıştığı adı ile “demirkırat”ın idrakleri tazelemeye vesile 14. Olağan kongresine hoş geldiniz. Daha önce de söylemiştim; Elazığ Üç Lüleli’den su içen Yusuf amcamın, Iğdır’da heliseye kaşık sallayan Zehra bacımın, Gümüşhane’de pestil pişiren Hatçe ninemin, Aydın’da incir toplayan Mehmet kardeşimin, Isparta’da gül deren Kezban ablamın, Erzurum’da koyun otlatan Veysi ağabeyin, Trabzon’da ağ toplayan Yunus biraderimin gözündeki ışık, kalbindeki umuttur Kırat. 1946’dan bu yana milletimizin dilinde “demir kırat” olarak anılmışız. Bir fonetik değişiklik diye bakılabilir lakin bana kalırsa derin bir mana saklı “demir kırat”ta. Mitlere, destanlara konu olmuş, rüyalarda da hülyalarda da derde, kedere çare olarak anlamlandırılmış, ödüle, ferahlığa yorulmuş kır bir at ve bir tarafta tarihine atfedilecek, hasletleri ile bütünleşecek, her türlü zorluğa ve bunca yıllık zorbalığa karşı, nefsani her türlü beklentiye karşı her daim “milletim” diyecek azmi, kararlılığı, çelikten bir iradeyi niteleyen “demir” Öyledir de! Hele bir bakın; nelere maruz kaldık; sırf milletin saadeti, huzuru, hakkı, hürriyeti dediğimiz için.

Demokrat Parti’de coşkulu kongre

“Bir zaman dünyayı zor, ağacı dar ettiler bize”

Bir zaman zincirleri bozanla, kırmak istediler irademizi.

Ya milletin umut ve kararlığına darbe vurmak için hedef bellediler, ya millete had bildirmek için engel bildiler bizi.

Anlamadılar, anlayamadılar; kendi ikbalini milletin istikbalinden üstün tutanlar göremediler bu haklı davanın mahiyetini.

Hal bu ki, daha ilk günden söylemiştik, tüm derdimizi en veciz, en güzel, en kısa biçimde izah etmiştik.

İstense sayfalarca yazılacak bir gayeyi, demokrasi fikrinin, hürriyet idealinin kurumsallaşmasının ardındaki iradeyi bir cümle ile ifade etmiştik.

Demokrat Parti’de coşkulu kongre

“Yeter” demiştik;

Şahsi ikbali için milletin istiklalini ateşe atanlara,

Kendi fikrini Millete dayatanlara,

Milletin rızkını çalanlara,

Memleketin huzurunu bozanlara,

Milleti benden/benden değil diye ayıranlara,

Yanı, yandaşı, eşi, dostu, arkadaşı kayıranlara,

“Hürriyet” sedasına kulağını tıkayanlara,

Yokluğa, yoksulluğa gözünü kapatanlara,

Yeter demiştik.

Ve devamını, 76 yıllık bir davanın, insan var olduğundan beri var olan bir mücadelenin, tebaalıktan vatandaşlığa geçmek için verilmiş bir kavganın izahını yapmış, “söz milletin” demiştik.

Bugün aynı noktadayız.

Korkmuyoruz, yılmıyoruz, yanılmıyoruz; yine ve yeniden “yeter Söz Milletindir” diyoruz.

Aziz Konuklar;

Daha önce defaatle “demokrasi ekmeğimiz, aşımızdır” dedik. Bugün eminim ki daha anlamlı bir hal beyanıdır bu.

Demokrasinin bizler için ne büyük bir anlam ifade ettiğini belirtmenin yanında, demokratik değerlerden uzaklaştıkça ekmeğinden, aşından olan Milletimiz için en doğru izahtır.

Demokrasiyi sandığa hapsederek, sadece oy vermenin demokrasinin temel koşulu olduğunu düşünen, düşünmeye, ifadeye tahammül edemeyen, gücü nispetinde her bir yeni gün yeni bir demokratik tavır alanını talan eden bir iktidarla karşı karşıyayız.

Bakınız; Demokrasilerde önemli olan meşru yollarla rızanın imal edilmesidir. Ancak bu iktidar artık vatandaşın rızasını kendi lehine imal edemez bir hale geldi. Bunun için de muhalefet lehine ortaya çıkan rızayı imha etme derdine düştü.

İktidarlarını demokratik özgürlükleri sınırlandırarak devam ettiren bir zihniyet.

Seçimleri “demokrasi” görüntüsünün devamı için yasak savma kabili bilen bir anlayış…

Aslında artık siyaset biliminin konusunu aşan şekilde davranan ve davranış bilimi çerçevesinde, psikoloji biliminin konusu olan bir iktidar.

Nurettin Topçu “İradenin Davası” eserinde şöyle diyor;

Kin ile intikam, adaleti getirmez, zulmü tekrarlatır ve sefaleti artırır.

“Bu iktidar kin ile, bir intikam alma dürtüsü ile hareket etmektedir”

Nitekim ortaya da zulüm ve sefalet çıkmıştır.

Cumhuriyete, değerlerine, Cumhuriyetimizin kurucusu Büyük Lider Mustafa Kemal Atatürk’e, kurucu ilke ve esaslara yönelik kinleri, bugün ekonomi yönetiminde ispat ettikleri basiretsizlikleri ve beceriksizlikleri ile geçmiş fukaralıklarının acısını çıkarmak istemeleri bir taraftan hukuksuzluklara diğer bir taraftan da yolsuzluklara sebep olmaktadır.

Verilerle değil vehimlerle yönetmelerinin sebebi budur.

Gerçeği değiştirme kudretleri olmadığı için ancak manipüle ederek amaçlarına ulaşmaya çalışmaktalar.

İşleyen bir adalet sistemine, demokratik sisteme, hür basına razı gelmemeleri bundan.

Biliyorlar; hukuk işlerse zulümleri işlemez, iktidarları sürmez hale gelecek. Onun için devlette ne hukuk bıraktılar, ne ilke ne teamül…

“Teamüllere tahammülleri yok!”

Cehaleti cesaretinin önünde gidenlerle, korkuları vicdanlarının önünde gidenlerin esareti altında bu ülke!

Onun için işte; TRT, Anadolu Ajansı, RTÜK majestelerinin basın müşaviri, yargı külliyen hukuk müşaviri, kolluk kuvvetleri ise yakın koruma olarak görev yapıyor.

Korkuyorlar; millet olur da gerçekleri görür, nasıl soyulduğunu, kendi açken iktidarın yanı, yandaşının nasıl agobun kazı gibi doyurulduğunu bilir diye…

Bakın TÜİK’e mesela, ne iş yapıyor? Majestelerini eylemekten başka ne işe yarıyorlar. Adeta “Türkiye illüzyon kurumu” haline gelmiş!

Koçi Bey hükümdarı uyarmak içinkaleme aldığı risalelerinde şöyle diyordu;

“bu kadar karışıklığın, fitne ve fesadın, reayanın ve memleketin harap oluşunun, hazinelerin ve malların azalmasının sebebi rüşvet pisliğidir.”

Korkuyorlar!

Öyle çok zulmettiler ki!

Bugün adı “Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi” denen bu sistem diyemeyeceğimiz düzenin sebebi de korku.

Yaptıkları hukuksuzlukların hesabı sorulmasın diye bir sistem icat ettiler.

Kurgusal bir hata ya da doğru bir ifade ile kasıtla, bu sistemde Cumhurbaşkanını denetleyecek ve dengeleyecek merci yine bu makamın kendisidir.

Yani korkudur!

Demokratik sistemler, sahip oldukları enstürmanlarla iktidarı elinde bulunduran siyasi partilerin diledikleri gibi davranmalarına, her tahayyülünü icraata geçirmesine, yasal ve meşru yöntemlerle engel olurlar.

Aksi, demokrasi ile başlayan oligarşi ile son bulan kötü bir hikâyedir.

Zor kullanarak kendilerini millet, devlet ve kamu kavramlarıyla bütünleştirenlerin savundukları rejime, totaliter rejim denir.

AKP iktidarının yaptığı da tam olarak budur.

Kendi kaderi ile devletin kaderini bir göstererek bir algı oluşturma gayretindeler.

Diyorlar ki “biz gidersek devlet çöker”

İslam Peygamberine hak vaki oldu da İslam dini mi çöktü?

Türk Milleti’ni bir var olma-yok olma çizgisinden çıkaran Büyük Lider Mustafa Kemal Atatürk vefat etti de Cumhuriyet mi yıkıldı?

“Şimdi Cumhuriyeti yıkmaya çalışan, kravatlı soygunla kamu kaynaklarını yağmalayanlar gidince mi yıkılacak?”

Hayır efendim;

Siz giderseniz hukuksuzluk biter,

Siz giderseniz yolsuzluk biter

Siz giderseniz yoksulluk biter.

Sizin gitmenizle 3Y devreye girer, unuttuysanız hatırlatalım. Hani iktidara gelmeden önce mücadele edeceğinizi söylediğiniz ama adeta kurumsallaşsın diye uğraştığınız yasaklar, yoksulluk ve yolsuzluk…

Elbette gidersiniz, gideceksiniz!

Yol göründü…

Popüler kültüre atıfla söyleyelim;

Yasaklara, yoksulluğa ve yolsuzluğa hayır diyoruz ve sizi 3 hayırla uğurluyoruz!

Hayırlı, uğurlu olsun!

Rahmetle yâd edelim, meşhur şairimiz, söz yazarı Cemal Safi’nin bir dizesi ile uğurlayacak millet sizi;

Dönmeği deneme gözümde yoksun
Gönlümde, özümde sözümde yoksun
Günahıma giren, zehirli oksun
Çıkarttım kalbimden, attımyâd ile
Çıktım yörüngenden git güle güle

 

Sizden önce ev, bark, araba sahibi olmak isteyen, emeklisi ile en azından başını sokacak bir ev alabilen vatandaşı dert sahibi ettiniz!

Söylüyoruz ya; bu iktidar bu milletin dününü çaldı yetmedi, geleceğini KÖİ denen yandaş besleme yöntemi ile ipotek altına aldı yetmedi umutlarını bitirdi.

Zihninde memleketin hali yankılanıyor ama bu arkadaşlar varlıklarını liyakate değil sadakat ettiklerine borçlu oldukları için bir defa dahi doğruyu söyleyemiyorlar.

Kendilerinin tevil etmelerine gerek yok, gerçekler onları tevil ediyor.

Vicdanları bedenlerini terk etmişti, onu akıl izledi!

“Tüm iddialarıyla sınandılar,kaybettiler”

Hiçbir öngörüleri tutmadı, hiçbir hesapları doğru çıkmadı.

Şimdi ellerinde tek bir hesapları kaldı, ne olursa olsun iktidarda kalmak.

Bilin isterim, bu hesabınız da tutmayacak!

Ne yaparsanız yapın, ne ederseniz edin bilin; mazlumun ahı indirir şahı!

Majesteleri gelirken elinde alyansını göstererek ne demişti hatırlayın;

“işte bütün servetim bu yüzük.”

Yüzükle, tek bir alyansla geldiler, vatandaşı ise evine ekmek almak için alyansını satar hale getirdiler.

Ama lafa gelince “ekonomi büyüdü”

Bu iktidarın döneminde “ekonomik büyüme” az sayıda insan için servet artışı, sayılamayacak kadar çok olan diğerleri içinse sosyal statüde, yaşam standardında, gelirde hızlı bir düşüş anlamına geliyor.

Bir iktisatçı şöyle diyor; “Büyük servet olan yerde büyük eşitsizlik vardır. Bir kişinin çok zengin olabilmesi için en az beş yüz kişinin fakir olması gerekir.”

Ancak AKP döneminde denklem şu şekilde gerçekleşiyor; bir kişinin iktidarda kalabilmesi, çevresindekilerin zengin olabilmesi için 84 milyonun fakir olması gerekmekte…

Bunu da sağladılar, özellikle son 3 ayda hepimizi fakirleştirdiler.

İyi bir ekonominin en tabi girdisi işleyen bir hukuk sistemi ve demokrasidir.

Tarih boyunca demokratikleşme ve iktisadi gelişmenin birbirinden bağımsız olarak düşünüldüğü durumlarda büyük olumsuzlukların yaşandığı görülmüştür.

Bugün yaşadıklarımızın sebebi de budur.

Sayın Cumhurbaşkanı geçtiğimiz günlerde “Ülkenin kazancından hep birlikte istifade ettiğimize göre külfetine de beraberce katlanacağız.” diyor. Sayın Cumhurbaşkanı’na bir veri ile durumu anlatalım!

Şunu da not olarak düşelim; Sayın Erdoğan verilere itibar etmez, onun vehimleri var.

Bakınız, Türkiye’de 1 ila 5 milyon $ serveti olan 80.944, 5 ila 10 milyon dolarlık serveti olan 7.453, 10 ila 50 milyon $ serveti olan 4.779, 50 ila100 milyon $ serveti olan 440 zengin, 100 ila 500 milyon $ serveti olan 282 süper zengin ve 500 milyon $ ve üzerinde serveti olan 45 ultra süper zengin var.

Ya da daha anlaşılabilir bir dille; Sayın Cumhurbaşkanı, millet tek bir asgari ücretle geçinmeye çalışırken devr-i iktidarınızda sırf sizden diye 3-4 “ballı” maaş alan var.

Yani ülkenin kazancından hep birlikte istifade edemiyoruz. Gelir adaletsiz, vergi adaletsiz, fırsat adaletsiz… Nitekim iktidarınızın adı “adalet” olsa da kurduğunuz sistem adaletsiz!

Külfeti zaten millet çekiyor, sefasını sizinkiler sürüyor. Daha ne istiyorsunuz? Bulabilirse bir lokma ekmek bulan vatandaş onu da mı size versin? Yastığın altında ne varsa aldınız şimdi de vatandaşın kursağına dadandınız!

Asgari ücret “ücretli emeğin ortalama fiyatı” şeklinde izah edilir. Ancak malumunuz asgari ücretin “temel ücret” haline geldiği bir dönemi yaşıyoruz.

Bir düşünür “Hiçbir şeyin biraz fazlası demek olan bir küçük şey” olarak niteliyor asgari ücreti ve bu açıdan bakarsak asgari ücretli “hiçbir şeyin biraz fazlası” ile yaşamaya mahkûm ediliyor.

Üstelik bugün Türkiye’de 10 milyon kişi asgari ücretle çalışıyor. 3 milyon 400 bin işçi asgari ücretin altında bir ücretle, 1 milyon 7 yüz bin işçi ise bin 500 liradan daha az ücretle çalışıyor.

Toplam istihdamın 26 milyon 952 bin kişi olduğunu düşünürsek asgari ücretin kademeli olarak nasıl “temel ücret” haline geldiğini görüyoruz.

İktidarda kalmaya yönelik sahip olduğunuz canavarca iştah, enflasyon canavarını görülmemiş bir şekilde büyüttü.

Vatandaşın elinde ise içi boş tost, içi boş pide, içi boş baklava kaldı.

Çok kez uyardık; demokrasinin, adaletin, bizi biz yapan değerlerin içini boşaltırsanız millet ekmeğine katık bulamaz.

Sizin söyleyecek sözünüz, vatandaşın dayanacak gücü bitti.

Aziz Dava Arkadaşlarım;

Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulduğu 29 Ekim 1923 tarihinden 2000’li yıllara kadartarımda bir eko sistem kurmuştur.

2002’de küresel kapital finans sistemine hiçbir önceliği ve ekonomik kalkınma projeksiyonu olmadan Türkiye’yi istilâya açarcasına entegre ederek ve 80 yıllık maddî manevi birikime adeta devr-i sabık muamelesi yaptılar..

Bunu tarımdan başlayarak yaptılar ve %10-20 senyoraj haklarını aldılar.

Türkiye bugün nüfusu ölçeğinde buğdayı, ayçiçeğini, pamuğu en fazla ithal eden ülke haline geldi.

Bu iktidar Türk çiftçisine vermediğini yabancı ülkelerin çiftçisine transfer etti ve tırnak içinde söylüyorum hizmetlerinin bedeli karşılığında, AKP’li Tarım Bakanı Fransa’dan liyakat nişanı aldı.

“Sevsinler sizin yerli ve milliliğinizi”

Türkiye’de 1927 yılında nüfusun %75,80’i köyde yaşamlarını sürdürürken büyük şehirlere göç neticesinde 2021 yılında köy nüfusu %6,82’ye düştü.

AKP iktidarı uzunca bir müddet, köy-kent dengesinin değişimini bilinçli bir şekilde kadrolu seçmen gayesiyle hızlandırmıştır. Oysa bizim iktidarlarımız çiftçiyi- köylüyü aynı zamanda aynı zamanda kentteki nüfus daha ucuza tüketebilsin diye destekledi.

Şimdi bu sanal destekten de vazgeçmiş, bir avuç kalan köylüyü kendi kaderine, kentliyi ise enflasyonun eline, ithal ürün bağımlılığına terk etmiştir.

Henüz geçen hafta yaşanan bir gelişme üzerinden izah edelim.

Çiftçiden alım fiyatı tonu 1750 TL olarak açıklanan, iç piyasada bugünkü fiyatı 3800 TL olan Arpa’yıTMO 4500 TL’ye ithal etti.

Geçtiğimiz günlerde popüler yöntemle istifa etmek yerine “görevden af talebi”nde bulunan Tarım Bakanı, kendi çiftçimizden tonunu 2.250 TL’ye satın aldığı buğdayı, yurtdışından 6.270 TL’ye ithal etti.

Ülke Tarımını bitiren Tarım Bakanını çiftçimiz affetmeyecek, Türk tarımı ise “en kabiliyetsiz bakan” olarak anacaktır.

Bir Tarım yazarımızdan, yazdığı yazıdan ötürü haber aldık. Bakın TÜİK Aralık 2020’den Aralık 2021’e gübre fiyat artışına %152 demiş. Aralık 2020’de DAP 3000 TL, ÜRE 2500TL idi. TÜİK’in %152 artışını eklediğinizde Aralık 2021’de DAP 7560 TL, ÜRE 6300 TL olması gerekiyor ama DAP 14400 TL, ÜRE 16250 TL.

“Kendisinin sorduğu gibi soralım; TÜİK verilerini doğru kabul edersek kazığı çiftçiye kim attı?”

AKP’nin ithalat rejiminde derin yanlışlar var arkadaşlar.

Hani, amacı piyasayı dengelemek olsa anlayacağız ama özellikle tarımsal ithalatta nedense hep fahiş bir fiyatla alım yapıyor.

Çiftçiye 3 lira dediği ürünü dışarıdan 5’e alıyor.

Çiftçi ürettiğini satamıyor, üstüne üstlük bir de birilerinin komisyonunu, yolsuz ve haksız kazancını vergileri ile ödüyor.

AKP iktidarı çiftçiyi, üretimi sübvanse edeceğine, çiftçiyi kendi yandaşını sübvanse etmek için kullanıyor.

Sonra da ekonomiyi zabıta yöntemleri ile düzeltmeye, fiyatları sopa ile dengelemeye çalışıyor.

Son 10 yılda AKP iktidarı16 farklı önlem açıklamış.

Hala tedbir açıklıyor olması öncekilerin işe yaramadığının göstergesi. Sorunun kaynağı tarlada başlıyor.

Tarlada yaşananları görmezden gelen hükümet, etiket üzerinden markette, pazarda çözüm arıyor. Sorunu doğru tespit edemezseniz, çözüm bulamazsınız. Yapılması gereken, üretim maliyetlerini düşürmek, üretimi artırmak. Dış ticaret politikasını üretimi destekleyecek şekilde uygulamak ve yoksullaşan halkın alım gücünü yükseltecek önlemler almaktır.

İş bitirme karnemize göre söylüyorum, tarımı da en iyi demokratlar bilir, köylünün sorununu da en iyi demokratlar bilir, çiftçinin sorununu, süt üreticisinin sorununu, hayvancılıkla uğraşan insanımızın sorununu da en iyi demokratlar bilir.

Ve unutmayınız, sorunu doğru tespit eden, bilen çözebilir.

Kıymetli Konuklar, Değerli Dava arkadaşlarım;

Yıllar boyu vatandaşın arasında “alternatifi yok” tezahüratı yaptırdılar. Şimdi ise milletimiz “bundan daha kötüsü olmaz” noktasına geldi!

“Ne edersen kendine, edersin kendi kendine” demişler. Keşke yalnız kendilerine etselerdi, ama bu vatana yazık ettiler; gençlerinin umutlarına.

“Düşünsenize, 30’lu yaşlarındaki gençlerimizin en kıymetli 20 yılı bu iktidarla geçti”

Cehennem’i tasvir ile ömürlerini geçirdiler ve ahiretin başlangıcı olan şu dünya hayatındaki Cehennem’in kurucuları oldular. Tüm fantastik yazarları bir araya getirsek, Cumhuriyet Türkiyesi’nin 20 yılda geldiği yeri anlatacak söz bulamazlar.

Erdoğan iktidarı, Jack London’ın bir asır önce yazdığı “Demir Ökçe” eserinin bir tezahürü aslında.  Orada bir söz var; “Farkındayız, yaşadığımız tecrübelerden dolayı iyi biliyoruz ki hak, adalet, insanlık çağrıları size ulaşmıyor. Kalpleriniz, yoksulların kafalarını ezen ökçeleriniz kadar taşlaşmış sizin” Kanıtı mı; kanıtı “kuru ekmek yiyorlarsa aç değiller” diyen, “dünyanın en ucuz elektrik ve doğalgazı bizde” diyen, millete soğan ekmek öneren, “bu zamları devlet yapmıyor” diyen vekilleriniz, yöneticileriniz. Dahası kanıtı bizatihi sizsiniz Sayın Erdoğan!

Biliniz Kıymetli dostlarım; Türkiye’nin önünde iki tercih var. Ya AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan’ın şahsında somutlaşan, yoksulluk üreten, hukuksuzluk üreten, yolsuzluk üreten, Milletimiz için, 84 milyon vatandaşımız için risk üreten bu keyfi rejimle yola devam edilecek ya da Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ve Milletimizin tarihi gelişimine yakışır demokratik, çoğulcu, refah transfer edebilen, dünya ile rekabet edebilen bir hukuk devleti ile…

 

Kıymetli Demokratlar, Aziz Misafirler

AKP Genel Başkanı Erdoğan: “Fırsatçılık ve açgözlülük yaparak halkımızı mağdur edenleri affetmeyecek, hepsinden yaptıklarının hesabını soracağız.” dedi.

Aslında biz de aynı şeyi söylüyoruz.

Diyoruz ki; “Türk tarihinin ve Anadolu’nun Moğol istilasından bu yana gördüğü en büyük yağma ve kravatlı soygun hareketiyle ilgili devr-i sabık yaratacağız! Bu 20 yıl içinde siyasi sorumluluğu olan herkes millet, tarih ve hukuk önünde hesap vermeli!”

AKP Genel Başkanı Erdoğan da dediğimize geldi, sanırım kendi dönemi ile ilgili kendi kendine bir “devr-i sabık” yaratacak!

Demokrasilerde bir temel inanç ve fikir vardır;

Vergiyi ödeyen milletin ona razı olması ve milletten alınan vergilerin nerelere harcanacağını, milletin belirleme ve denetlemesi milletlerin hakkıdır.

“Ne vergiyi toplarken adilsiniz, ne harcarken”

“Adınızın “ak” olması yetmez, alnınız ak olacak”

AKP 2003/2020 arasında 2,2 trilyon dolar vergi topladı,

 

301,7 milyar dolar yatırım yaptı,

 

590,5 milyar dolar faiz ödedi,

 

1,4 trilyon dolar nereye gitti?

 

Memura, emekliye, köylüye verdiysen bu insanlar neden fakir?

 

Yolsuzluklar nedeniyle ülkemizde 16 milyon insanımız açlık, 50 milyon insanımız yoksulluk içinde.

 

Bakan Nebati “Türkiye’yi kendi haline bırakırsanız bile %5 büyür” demişti. Biz de onu diyoruz; bırakın Türkiye’yi kendi haline, düşün milletin yakasından artık!

Ne %5’i, ne %10’u, Türkiye vatandaşının refahı ile geliri ile mutluluğu ile büyür.

“İnsan yükseldikçe söylediklerinde tutarsızlıklar olur, saçmalar.

Çünkü; beyin söyleneni değil, bulunan yerden düşmemeyi önceler. Kendini yüksekte görenlerin saçmalaması da o sebeptendir.

 

Tek dertleri düşmemek, onun için düşünmeyi de bıraktılar.

 

Toplumların refahının artması; hukukun üstünlüğüne, güçlü ve kapsayıcı kurumlara, devlet gücünün hukukun üstünlüğü ile sınırlandırılmasına temel hak ve özgürlüklerin korunmasına ve geliştirilmesine bağlıdır.

Orta seviyede demokrasiler orta seviyede milli gelire sahiptir. Türkiye’de ise milli geliri kıyasladığımızda temel bir mantık yürüterek demokratik düzlemi ölçme imkânına kavuşabiliriz.

Ülkelerin demokrasi seviyelerini hukukun üstünlüğü, hesap verirlik ve yargı gücünün bağımsızlığı belirler.

Bırakınız birinci derece mahkemeleri, yüksek yargıda atama ve karar alma süreçlerini gayet iyi biliyoruz.

Bakın bu iktidar 28 Şubat’ta “mağdur olduk” diyor, DGM’lere lanetler okuyor ama ortaya çıkardıkları sistemle DGM’lere rahmet okutuyor.

“Dünün DGM’leri bugün İGM oldu; yani İktidar Güvenlik Mahkemeleri!”

Sadece son yıllarda artan tutuklu sayısına bakarak dahi bir kanaate sahip olabiliriz.

Tutukluluğu bir cezalandırma yöntemi olarak gören yargı erki ve onu yönlendiren siyasal iktidar ile karşı karşıyayız.

Hâkim teminatı olmayan bir ülkede hâkimin bağımsızlığı, kararın tarafsızlığı tartışılabilir mi?

Birinci derece mahkemelerde kadın cinayetlerinde kravat takmayı “iyi hal” kabul edip, saçma gerekçeleri tahrik unsuru bilen hâkimler gibi üst derece mahkemeler de AKP’li olmayı “iyi hal” muhalif olmayı “haksız tahrik” kabul ediyor.

 

Kıymetli Dostlar;

İbn-i Haldun “coğrafya kaderdir” diyor ya, ben de “AKP kader değildir” diyorum.

Bakınız bugün yanı başımızda bir sıcak savaş söz konusu.

Rusya ve Ukrayna Türkiye’nin tarım dış ticaretinde çok önemli iki ülke. Buradaki kriz, gerginlik, savaş, Türkiye’yi iki yönlü, hem ithalat hem de ihracat bakımından olumsuz etkileyecektir. Rusya’ya ait bir savaş uçağının 2015 yılında Türkiye sınırında düşürülmesinden sonra 24 tarım ürünümüze uygulanan ambargonun olumsuz etkileri hala yaşanıyor. En basitinden domates ihracatı kotaya bağlandı. Bu uygulama devam ediyor. Israrla dile getirdiğimizi tekrarlayalım. Tarımda üretimin, kendine yeterliliğin önemi bir kez daha bu krizle görüldü.

Bu kriz, yaşanan bu savaş maalesef ki AKP eliyle ortaya çıkan ekonomik krizin üstüne geldi.

Muhakkak ki sonuçlarını ıstıraplı şekilde yaşayacağız.

En basiti bu bereketli toprakları üretemez hale getirip buğdayda, ayçiçeğinde ve sair üründe dışa bağımlılık nedeniyle temel gıdada sorun yaşayacağız.

Malumunuz artık marketlerden birçok ürünü sayı ile almak zorunda kaldı vatandaş.

Yağ alacak; bir taneden fazla alamıyor, ha keza un alacak şeker alacak bir taneden fazla alamıyor.

Geçmişi “kuyruklar” üzerinden eleştiren AKP ile geldiğimiz noktada kuyruk bile anlamsız kaldı. Vatandaşta para da yok, markette ürün de…

Ama bu riski görmüyorlar bile, hatta utanmadan TMO’dan “korkulacak bir şey yok, arzda sorun yaşamayız. Daha yakın zamanda Arjantin’den 70 bin ton buğday ithal ettik” diye açıklama yapıp aklımızla dalga geçiyorlar.

Artık üretemiyoruz diye utanacaklarına…

Dış politikada aldığınız kararlar ve tercihleriniz ekonomiyi doğrudan ilgilendiriyor.

Ama onlar inatla bozdukları ekonomiyi ve ilişkileri, ithalatla çözebileceklerini düşünüyorlar.

Dış politikada da hiçbir öngörülerini tutturamadılar.

Ne Suriye’de, ne Kıbrıs’ta, ne de Doğu Akdeniz’de…

Bilin ki bugün Doğu Akdeniz’de elimizde hala haklı tezlerimiz varsa, 2004 yılında Annan Planı’na Rumlar’ın “hayır” demesinden ötürü var.

O gün eğer AKP’nin “yes be annem” diyerek desteklediği şekilde bir sonuç çıksaydı bugün mevcut haklı tezlerimiz de elimizde olmayacaktı.

Özetle başarısızlar.

Biliyorsunuz, 15 Temmuz sonrası bu kanlı, kirli, hain darbe girişimini finanse ettiğini iddia ettikleri Birleşik Arap Emirlikleri ile bugün yan yanalar.

Hanisine inanalım? Finanse ettilerse neden bugün ayaklarına kadar gidiyorsunuz, yok etmedilerse hangi akçeli, ikili ilişkileriniz ve menfaatiniz sizi bunu söylemeye itmişti?

Attığınız her adım, kapalı kapılar arkasında verdiğiniz her taahhüt, ABD ile Rahip Brunson meselesinde olduğu gibi şahsi onca zafiyetiniz, artık bir güvenlik açığına dönüştü.

Suriye’de attığınız yanlış ve yanlı adılar ve son 10 yıllık tercihleriniz Türkiye’yi bir tarafta Rusya ve İran, diğer bir taraftan da ABD, İsrail, Birleşik Arap Emirlikleri arasında sıkıştırdı.

Dahası Suriye’de yaptıklarınızla sınırımızın diğer tarafında Batı’nın bölge jandarması haline gelen PKK/PYD bir devlete dönüştü.

Yetmedi Suriye’nin risklerini Türkiye’ye transfer ettiniz.

Geldiğimiz noktada Türkiye birçok alanda “sessiz bir işgal” altında ülke.

Avrupa’nın göçmen deposu olmamız ve böyle de kalmamız için yoğun çaba sarf ediliyor. Uluslararası hukuk ve iç hukukumuza aykırı şekilde, Türk vatandaşı yapılması istenen resmî rakamda, 4 milyona yakın kayıtlı Suriyeli bulunmakta. Kayıtsız Suriyeliler, Afganlar, Afrikalılar vb. İle ülkemizde en az 8 milyon göç etmiş kişinin yaşadığı belirtilmekte. Bunlardan ülkemizde bulunan 3 milyon 641 bin 370 kişilik Geçici Koruma Statüsündeki Suriyeli’nin Türk vatandaşı yapılmasını isteyen yapıların karşısındaki en büyük ve tek engel, kuşkusuz ki 1951 Cenevre Sözleşmesidir.

İlk iktidarımızda, 1951 Cenevre Sözleşmesine ve ardından merhum Cumhurbaşkanımız Süleyman Demirel başkanlığında 1967 New York Protokolünde ülkemizin içinde bulunduğu coğrafyayı gözetip coğrafi çekince şartı koyarak bu sözleşmelere taraf olmuştu. Türkiye, bu iki mutabakata dayanarak sadece Avrupa’dan gelenleri mülteci kabul etmekte. Bu coğrafi sınırlama bugün, tıpkı Montrö Boğazlar Sözleşmesi gibi, Batı’nın engeli bizim ise en önemli garantimizdir.

Parayı veren vatandaşlığı kapar anlayışı ile bu ülkenin onurlu vatandaşlığını satmaktan vazgeçin.

Bugün siyasi iktidar yaşamış olduğu güç zehirlenmesinin tezahürü olarak Yüce Meclisimizin millet adına onayladığı antlaşmalardan (örneğin İstanbul sözleşmesinden) tek adam rejiminin getirdiği yetki ve güç ile geceyarısı yayınlanan bir kararname ile bir imza ile kolayca çıkabilmekte, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin iradesi yok sayılmaktadır.

Bu keyfi düzen 20 temmuz 1936’da imzalanan ve ülkemize boğazların anahtarını veren Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nden de çıkmayı tartışmaya açmış, bu uğurda 104 emekli amiralin yaptıkları uyarıyı da geçmişin muhtıralarına benzeterek buradan siyasi rant sağlama yoluna girmiş, yaşlı başlı, emekli olmalarına rağmen tecrübelerini vatandaşlık sorumluluğu refleksi ile dile getirmelerini suçmuş gibi amiralleri mahkeme kapılarına mahkum etmiştir.

Kıymetli Demokratlar;

AKP 2002 yılında, bugün yaptıkları ile reddettikleri Parti Programında şöyle diyor;

Avrupa Birliği Üyeleri’nin demokratikleşmeye yönelik ilkeleri esas alınarak ulusal hukuk düzenimizde yapılması gereken değişiklikler, mümkün olan en kısa sürede gerçekleştirilecektir.

Biliyorsunuz, bu vizyona istinaden 2004 yılı Aralık ayında “müzakere tarihi” almışlardı. Hatta gündüz vakti Ankara’da havai fişeklerle kutlamalar yapıldı. Peki nereye geldik?

Bir gencimiz Twitter’da çok güzel özetlemiş, diyor ki;

“2004’te AB’ye girdik diye gündüz vakti Ankara’da havai fişek kutlamaları yapan yöneticileri izleyen gencim. 5 aya vizesiz Avrupa vaadiyle oyalanıp neredeyse tüm ülkelere vizeyle gidildiğini gören gencim.”

Neden biliyor musunuz? Çünkü AB ile ilişkiler taahhüt edildiği gibi devam etse yolsuzluklar yapılamazdı. Neden, çünkü hukuksuzluklarını sürdüremezlerdi.

Memlekette demokrasinin işlemesi, adaletin işlemesi işlerine gelmedi de onun için.

Borçlanırken de aynı haldeler.

Üyesi olduğumuz, sermayesinde payımız bulunan, oy hakkına sahip olduğumuz uluslararası finans kuruluşlarından %1-1,5 ile değil de, ikili ilişkileri bulunan Londra simsarlarından %6,5-7 ile borç almaları da bundan.

Keyfi yönetim, keyfince harcasın diye harcadılar memleketin itibarını.

Avrupa Birliği ile ilişkilerin kurulmasında, gelişmesinde her daim Demokrat Parti olarak ö aldık, öncü olduk.

Bunu, demokrasiye ve işleyen bir hukuk sistemine, vatandaşlarımızın yaşam standardını yükseltmek, refahı arttırmak yönlü irademize istinaden yaptık.

Bundan sonra da Avrupa Birliği ile ilişkilerin geliştirilmesi için, sadece AKP iktidarı rahatça ihale dağıtsın, hukuksuzluk yapsın diye kesilen müzakereleri yeniden başlatmak, Milletimizi hak ettiği sosyal ve ekonomik hayata kavuşturmak, devletimizi itibarına ulaştırmak için çalışacağız.

 

Değerli Dava Arkadaşlarım;

AKP iktidarında mağdur olmamış hiçbir kesim kalmadı!

AKP ya doğrudan, bir hınç ile mağdur etti ya da yaptığı hatalarla mağduriyetine sebep oldu.

Az evvel bahsini ettiğim dış politik tercihler hepimizin mağduriyetine sebep oldu, olmaya da devam ediyor.

Peki, doğrudan ettikleri?

Doktorlarımız bir bir başka ülkelerde gelecek aramaya başladı. Gençlerimiz eskiden bir rekabet aracı, dış dünya ile bağlantı şartı olarak dil öğreniyordu, şimdi ise yurtdışında iş bulabilmek için…

Sokak röportajlarında gençlerimizin söyledikleri üzerinden dahi bir değerlendirme yapmak mümkün.

Oyun oynayacak yaşta çocuklar siyasi bir değerlendirme yapabiliyor. Bu bir mecburiyet adeta.

Evde ana, babasının yaşadığı sorunu sıkıntıyı izliyor çocuklar ve “keşke olmasa, keşke bilimden, ilimden bahsetseler” dediğimiz gencecik çocuklarımız siyaset konuşur hale geldi.

Ya da eline mikrofon verilir oldu; karşıt addedilenlere birkaç kelime söylesin diye…

Her değeri siyasallaştırdıkları yetmedi çocuklarımızı dahi siyasallaştırdılar.

Bunu bizatihi eğitim konusundaki tercihleriyle de yaptılar.

Kendilerine kadrolu seçmen yetiştirmesini umarak bir takım eğitim kurumlarını kendi ihtisas alanında kurumsal ihlas aracına dönüştürdüler.

Eğitim kurumlarını siyasi bir kamp olarak gördüler.

Bir dönem cürüm ortaklarısoruları çalarak milyonların hakkını yedi! Hukuksuzluklar icad ederek yüzbinleri mağdur etti! Şimdi ise AKP bu cürüm ortağından miras aldığı hukuksuzlukları sürdürmeye devam ediyor.

Mülakat denen sistemin soru çalmaktan farkı ne?

Victor Hugo “Sefiller” kitabında soruyor; “Hırsızlık; para, mal mı çalmaktır? Saadet çalmak, hırsızlık olamaz mı?”

Yalnız 100 yıllık sermayesini, hatta ihtiyat akçesini değil saadetini de çaldınız bu memleketin!

Daha birkaç gün önceMilli Eğitim Bakanlığı Teftiş Kurulu’ndaki bakanlık başmüfettişi, ‘Atatürkçü, Cumhuriyetçi, Alevi’ okul müdürünü görevden almak için sicilini bozduklarını itiraf ettiği yazışmayı, yanlışlıkla 20 kişilik müfettiş grubuna gönderdi.

Bakın AKP iktidarı nasıl fişliyor insanları, FETÖ’den miras aldıkları yöntemlerle zulmediyor. Mağdur ediyor.

Herkes mağdur!

Eğitimi alt üst ettiniz, küresel manada yaşıtları ile rekabet edemez hale getirdiğiniz için gençlerimiz mağdur.

“Çift dikiş” dediniz, 4-5 maaş alan, hatta 7-8 maaşla doymayan bürokratlara ses etmediniz yaşa takılıp emekli olamayanlar mağdur.

En asgari düzeyde ücreti belirten ücretin altında maaş verdiğiniz için emekli mağdur.

Diploma fabrikasına döndürdüğünüz okullardan yüzbinler mezun oldu, yandaşı doyurmaktan istihdam yaratamadınız, öğretmenler mağdur.

3600 Ek göstergeyi sadece siyasi propaganda aracına çevirdiniz, memur mağdur.

“Sağlıkta devrim” dediniz, KÖİ ile yaptığınız hastanelerde muayene günü almak imkânsız, bilime yatırım yapmadınız ilaç bulmak imkânsız hasta mağdur.

Sağlıkta şiddet yasasını bir türlü adam akıllı hal edemediniz, sağlık çalışanları mağdur.

Ya hu, doymak bilmez nefsiniz yüzünden doğa mağdur, doğadaki canlar mağdur.

Ağaç mağdur, yeşil mağdur.

Üniversitelerde liyakati kaldırdınız bilim insanlarımız mağdur.

Peki ya kadınlar!

Muhaliflere uyguladığınızı katil eşe, sevgiliye, akrabaya uygulamadınız. Kadınlar için mağdur demek öyle masum kalır ki!

Edebiyatını yaptığınız her değeri hiçleştirdiniz!

“Bir lokma, bir hırka” dediniz, doymadınız.

“Kadın kutsaldır” dediniz, cinayetleri durdurmadınız.

“Çocuklar geleceğimizdir” dediniz, koruyamadınız.

Hülasa millet hep mağdur oldu ama siz asla masum olmadınız!

Hiçbir şeyi koruyamıyorsunuz!

Sınırımızı,

Çocuklarımızı,

Kadınları,

Tabiatı,

Hayvanları…

Koruduğunuz iki şey var; çıkarınız ve sözüm onaitibarınız.

Onun da bedelini millet ödüyor!

AKP’ye sormak lazım; Tüzüğünüzde “amaç” bölümünde “kötülük” mü yazıyor?

 

Ümit Yaşar Oğuzcan’ın şu satırları çok anlamlı;

“Üzüntü çıktı, keder çıktı, gam çıktı

Acı üstüne acı, zam üstüne zam çıktı

Sanma ki adam çıktı

Uygar dedik, yamyam çıktı

Olgun dedik, ham çıktı

Kimine şan, şeref, nam çıktı

Kimine dükkan, han, hamam çıktı

Kimine kudret, iktidar, makam çıktı

Çıktı ha çıktı, çıktı babam çıktı.”

 

 

 

 

Değerli katılımcılar, Aziz Milletim;

 

Milletin talebi ile Aziz Milletimizin liderliğinde kurduğumuz Millet İttifakı ile birlikte 6 siyasi parti Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem için bir araya geldik.

 

Bu masa helalleşmenin zirvesidir.

Hiçbir şekilde değiştiremeyeceğimiz dün üzerinden değil, değiştirebileceğimiz yarınki Türkiye üzerinden bu helalleşmeyi yapacağız.

 

Bunun için bir aradayız.

 

Türkiye’yi gelecekte keyfi bir irade mi yönetecek yoksa katılımcı bir biçimde mi yönetilecek, demokrasi mi olacak, yoksa Baas tipi otokratik bir yapı mı galip gelecek, adalet mi işleyecek majestelerinin hukuku mu işleyecek tercihinde adaletin, demokrasinin ve hürriyetlerin yanında durduk, duruyoruz.

 

Türkiye’de asgari müştereklerin dahi yok edilmeye çalışıldığı bir dönemde Türk Milleti’nin huzuru ve güvenliğini, cumhuriyetin temel değerlerini, demokrasi ve adaleti ortak payda haline getirdik.

 

Herkesin yarınından emin olduğu, işler bir demokratik nizam ve işleyen bir adalet sisteminin varlığını sağlayacak “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem”in ihdası için mutabakata vardık.

 

Söyleyecek sözü biten bir iktidar ve ortakları 12 Şubat’tan bu yana bizim üzerimizden Millete laf yetiştirme telaşına düştü.

 

İmza gününden bu yana da çeşitli iftira kampanyaları ile süreci götürmeye, milletin rızasını imha etmeye çalışıyorlar.

 

Bizi kendinizle karıştırmayın

 

Biz sıkışınca genel merkezine Atatürk posteri asanlara, Atatürk’ün aklı ile ülkemizi risklerden koruyan antlaşmaları tartışmaya açıp sıkışınca o antlaşmalara sarılanlara benzemeyiz.

 

Bana bakın, biz tabelalardan Türk ibaresini çıkarıp Milletimizin adını anmaktan imtina eden abilerinize, eski ortağınız ve Fesli meczup hocalarınız tatmin olsun diye değişik isim arayan, Andımızı kaldıran kadrolarınıza benzemeyiz

 

Duyun beni, bizler “laiklik anayasadan çıksın” diyen, dini siyasete alet eden, okula, kışlaya, yargıya sokan riyakârlardan, sahtekârlardan değiliz.

 

Gelelim 28 Şubat’a!

 

O masa etrafında, sizin gibi üç günlük zindan mazileri ile kahramanlık destanı anlatan değil, sizin yıllarca ortaklık ettiğiniz FETÖ’nün de desteği ile cereyan eden bir zulmün, 28 Şubat’ın gerçek mağdurları var.

 

Buna karşılık iktidarda ise 28 Şubat’ın çocuğu, ürünü, FETÖ’den miras aldığı hukuksuzluk icat etme kabiliyetiyle teçhiz bir AKP var

 

Laiklik anlayışımızda, Milletimiz de aklımızda, Atatürk de her daim kalbimizdedir.

 

Atatürk bu ülkenin, milletin çimentosudur.

 

Haddinizi bilin!

 

Şunu da iyi bilin;

 

Demokrat Parti olarak daha evvel de ifade ettiğimiz gibi Türk Milleti ve Devleti’nin temel müştereği olan TC. Anayasası’nın ilk 4 maddesini hiçbir şart altında ve zamanda tartışma konusu yapmadık ve asla yapmayacağız, yaptırmayacağız.

 

Dahası Anayasamızın 6. maddesini “egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” ilkesini de düstur bilmeye, 66. Maddesindeki Türklük tanımını, bu Milletin birliği yönünde bir şart bilmeye de devam edeceğiz.

 

Laiklik Türkiye’nin en büyük kazanımıdır.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Türk Milleti’nin dirliği, birliği ve beraberliğinin teminatı, milli güvenlik şemsiyesi HUKUK, DEMOKRASİ ve LAİKLİKTİR!

 

 

Kıymetli Dava Arkadaşlarım;

İktidar bilmiyor mu ne olduğunu, ne yaptığını? Elbette biliyor.

Onun içindir bu telaş; onun için her türlü yönteme tevessül edecekler.

Küçük bir azınlığın mutluluğu için çoğunluğun ıstırabını görmezden geliyorlar.

Sayın Erdoğan’a buradan seslenmek lazım; yazdırdığı kitabın ismi ironik! Kendileri fark etmiyor olabilir ama daha adil bir dünya için önce dünyayı oluşturan ülkelerde teker teker adaletin tesis edilmesi gerekir. Tümdengelimle sorun çözülmez.

İnsanın önce kendine faydası olacak; hele kendi eşiğini bir temizle önce.

Ne gelirde, ne vergide, ne fırsatta adalet var.

Ama beyefendi “daha adil bir dünya mümkün” diyor.

 

Biz de diyoruz ki; daha adil, daha demokrat, daha huzurlu, daha müreffeh bir Türkiye mümkün!

 

O da bizimle, Demokrat kadrolarla, Demokratlarla mümkün!

 

Bizim iddiamız, üretimi bir kademe artırmak, sofradaki bir ekmeği iki yapmaktan çok öte bir iddiadır. Bizim iddiamız, muhteşem mazimizin bir fırsat hatta bir kader olarak önümüze koyduğu parlak geleceği kurmak, tüm insanlığı adalet ve özgürlük temelinde kucaklayacak hak uygarlığının öznesi olmaktır.

 

Kıymetli dostlarım “başka bir Türkiye mümkün”

Herkesin yarınından emin olduğu, rahmetli Cumhurbaşkanımız Süleyman Demirel’in söylediği gibi “çoban Sülü’yü cumhurbaşkanı yapan eşit fırsatlar ülkesi” Türkiye’yi yeniden ihdas etmek mümkün.

Başaracağız;

Kişiye göre değil özüne uygun demokrasi anlayışıyla

Bir fikre değil hukukun üstünlüğüne inanan yargıyla

Adalet ve eşitliğin temsil edildiği devlet aygıtıyla

İmtiyaz yerine adalet dağıtan, hak ve hürriyetleri teminat altına alan bir anayasayla

Reforma gerek duymayan vizyoner bir hukuk sistemiyle

Vicdanları tatmin eden, mağdur ve mazlumu bilen bir cezalandırma ve ıslah anlayışıyla

Erklerin birbirini beslediği değil denetlediği, dengelediği sistemin inşasıyla

Yargı bağışıklığı olmayan idare, adalet ve güvenlik bürokrasisiyle

İktidarı değil demokratik inancı temsil eden idare teşkilatıyla

Kolektif anlayışla şekillenen ve denetlenebilir, milletin yaptığı bir bütçeyle

Fırsatların eşit dağıtıldığı, niceliksel değil niteliksel gelişen öğretim sistemi, Parasız ve erişilebilir, ticari meta olmaktan uzaklaştırılmış, özerk yükseköğretimle

Nefer değil birey yetiştiren, bilim merkezli eğitim sistemiyle

Üretimin ve üreticinin desteklendiği ekonomi modeliyle

İktidara politik argüman üretmek yerine değer üreten, bilimsel iktisadi sistemiyle

Adaletin hissedildiği bir vergi sistemiyle

Güvenlik üretmek zorunda kalmayan, ilkelerle şekillenen dış politikayla

Belirli bir siyasi anlayışa değil ülkenin çıkarlarına hizmet eden, onurlu, dirayetli uluslararası ilişkilerle

Hedeflenen saygınlığa uygun diplomatik teşkilatlanmayla

Sadık olanın değil layık olanın görevlendirildiği ve liyakat esasına dayalı işleyen bir bürokrasiyle

Demokrasinin teminatı olduğunu hatırlayan özgür medyayla

Rantın sakinlerine dağıtıldığı kent yönetimiyle

Kent ruhunu ve toplumsal hafızayı koruyan imar ve iskân politikalarıyla

Güvenilir bir sosyal güvenlik sistemiyle

Refah dağıtan bir emeklilik anlayışıyla

Tek kazanımı sağlık olan bir sağlık sistemiyle

Demokrasinin temel aygıtlarından olan siyasi partilere de demokrasiyi getirecek bir siyasi partiler kanunu ve Temsilde adaleti sağlayan bir seçim sistemiyle

Vatandaşların denetleyebildiği siyasi parti finansmanıyla

İnançları korumayı ve inanç hürriyetini tesis etmeyi amaç edinmiş diyanet teşkilatıyla

Makamları muhafaza ve iktidarın siyasi anlayışını pekiştirmek yerine paydaşlarının haklarını tazmin etmeye odaklı sendikal örgütlenmeler, Kendi ihtisas alanlarında faaliyet gösteren iş ve meslek örgütleriyle

Doğa, çevre ve tüm sakinlerinin korunmasına yönelik ağır ve caydırıcı müeyyidelerle

Doğayı, kaynakları tahrip etmeyen yenilenebilir enerji politikalarıyla

Derdi Millet, derdi Memleket olan Demokrat kadrolarla başaracağız.

 

Öyleyse kalkın demokratlar;

Kaldırın başınızı göklere, bu ülkede umut var

Kalkın demokratlar;

Bizde azim var kararlılık var,

Kaldırın imanınızla, kaldırın heyecanınızla, bir kez daha kaldırın bu ülkeyi ayağa,

Kaldırın yasakları, kaldırın yolsuzlukları, kaldırın yoksulluğu,

Burada Bayar var, Menderes var, Özal var, Demirel var.

Bu ülkede hala ve daim Demokrat Parti var.

 

“Esti mi rüzgâr bir değil milyonlar için esmeli”, diyen Bedri Rahmi’den öykünerek, bakın esiyor rüzgâr, biri için değil hepimiz için, herkes için esiyor ve geliyor Demokratlar…

Türk siyasetine yeniden bir cemre düşüyor. 16 MAYIS BANDIRMA VAPURU”

 

 

 

Daha Fazla Göster
Başa dön tuşu