Orhan Aydın”Simsiyah ölüm sessizliği ülkeyi kuşattı”
Orhan Aydın'nın depremde yitirdiği kızına şiiri
![](https://hurkocaeli.net/wp-content/uploads/2025/02/2-yil-hep-yalan-hep-yalan-hep-yalan.webp)
Depremde kızını kaybeden sanatçı Orhan Aydın’dan ikinci yıl yazısı: Simsiyah ölüm sessizliği ülkeyi kuşattı
6 Şubat depremlerinde kızını kaybeden sanatçı Orhan Aydın, ikinci yıldönümü dolayısıyla kaleme aldığı yazısında; “Senin son geceni birlikte geçirdiğin o güzelim çocuklar dahil, ailenden hiç kimse kalmadı yavrum. Annen 51 canını yitirdi. Senin ve tüm o çaresiz insanlık için serçelerle- sokak kedileri ile birlikte attığımız çığlıkların hepsi sahipsiz kaldı. Vicdanları çürümüş-akılları esir-ahlaksızlığın bayrak edildiği kapkara günler yaşıyoruz. O simsiyah 6 Şubat gününün simsiyah ölüm sessizliği ülkeyi kuşattı gülüm” ifadelerini kullandı.
Aydın’ın yazısı şöyle:
“Seninle birlikte kendi rakamlarına göre 54 bin can enkazların altında kaldı kızım. Şu ana dek yargı yoluyla ceza almış bir tek devlet yetkilisi, sorumlusu yok bu cinayetlerin.
Senin son geceni birlikte geçirdiğin o güzelim çocuklar dahil, ailenden hiç kimse kalmadı yavrum. Annen 51 canını yitirdi.
Senin ve tüm o çaresiz insanlık için serçelerle- sokak kedileri ile birlikte attığımız çığlıkların hepsi sahipsiz kaldı.
Vicdanları çürümüş-akılları esir-ahlaksızlığın bayrak edildiği kapkara günler yaşıyoruz.
O simsiyah 6 Şubat gününün simsiyah ölüm sessizliği ülkeyi kuşattı gülüm.
Kurtulup yaşadıklarını sananlar halen çadırlarda-konteynırlarda gıdasız-ışıksız-susuz-sağlıksızlar, yalnızca nefes alıyorlar.
Çocukları görsen canım ağlardın, kınalı ellerin titrerdi.
Şimdi her an seni yaşamaktan, bu dünyaya kattığın tüm güzellikleri yaşatmaktan, hayatın tüm acımasızlığına, bu çürümüşlüğün tüm dayatmalarına karşı direnmek ve mutlu-güzel günler umuduyla onurlarını birleştiren insanlıkla yan yana olmaktan başka utkum yok…O en ılgın rüzgârda bile ağlaşan çam ağaçlarının altında, huzurda olduğunu söylüyor dostlar.
Kediler, sincaplar, yaban kuşları, daha çok serçeler su içiyorlar başucundan.
Kaldır başını bak, yanı başındaki kiraz ağacı bu baharda da çiçeğe durmuş olacak, begonviller ve zeytin ağaçları sana sevdiğin şarkıları söyleyecek, bağrındaki çiçekler keman ve piyano eşliğinde senin en sevdiğin şiirleri okuyacaklar.Yüreğimde yaşam tutkumu, bir yağmur damlası kadar büyütecek yer bile kalmadı yavrum.
Bedenim bana yabancılaştı, ellerimi tanıyamıyorum, gözlerim ah içinde.
İki yıl geçti soramadım hesabını.
Hangi kapıya dayansam vicdansızlık simsiyah bir duvar ördü.
Adalet dedikleri canavarlaşmış bir saldırganlık, yalnızca katliamcıları-katilleri-sahtekarlığı ve din simsarlığını koruyor.
Seninle birlikte kendi rakamlarına göre 54 bin can enkazların altında kaldı kızım. Şu ana dek yargı yoluyla ceza almış bir tek devlet yetkilisi, sorumlusu yok bu cinayetlerin.
Senin son geceni birlikte geçirdiğin o güzelim çocuklar dahil, ailenden hiç kimse kalmadı yavrum. Annen 51 canını yitirdi.
Senin ve tüm o çaresiz insanlık için serçelerle- sokak kedileri ile birlikte attığımız çığlıkların hepsi sahipsiz kaldı.
Vicdanları çürümüş-akılları esir-ahlaksızlığın bayrak edildiği kapkara günler yaşıyoruz.
O simsiyah 6 Şubat gününün simsiyah ölüm sessizliği ülkeyi kuşattı gülüm.
Kurtulup yaşadıklarını sananlar halen çadırlarda-konteynırlarda gıdasız-ışıksız-susuz-sağlıksızlar, yalnızca nefes alıyorlar.
Çocukları görsen canım ağlardın, kınalı ellerin titrerdi.
Şimdi her an seni yaşamaktan, bu dünyaya kattığın tüm güzellikleri yaşatmaktan, hayatın tüm acımasızlığına, bu çürümüşlüğün tüm dayatmalarına karşı direnmek ve mutlu-güzel günler umuduyla onurlarını birleştiren insanlıkla yan yana olmaktan başka utkum yok.
Tiyatro kulislerine adını verdi dostlarımız, kütüphanelerin kapılarında adın yazıyor, her seferinde senin için sahnelere çıkıyorum, adına binlerce ağaçlardan oluşan ormanlar yaptık, üstünde adının yazdığı çeşmelerden sular içiyor kuşlar-kelebekler-karıncalar, şair dostlarım senin için şiirler yazdılar, müzisyen amcaların, yoldaşların şarkılar bestelediler.
Her 1 Eylül’de doğum gününü, her dilden şiirlerle-şarkılarla sahnelerden selamlıyoruz.
Ama ne çare Kiraz Çiçeğim, binlerce anne-baba gibi yandım-bittim-kül oldum, gören-duyan yok.
Acılar içinde kıvranan milyonlarca insanımızı umursamıyorlar.
Talan edilmiş ormanlarımızdan, su gözelerimizden, sahillerden, nehir-göl boylarından, yaşam alanlarımızın içinden betondan tabutluklar yükseliyor.
Her adalet diyene, vicdan diyene, ağaç-kuş-su-çocuk-kadın-hayat diyene, her gerçeği yazana-çizene- bağırana kelepçe takıyorlar.
Görsen, duysan canın yanardı yavrum.
Yeni doğmuş bebekleri öldürüyorlar, sokaktaki canlarımızı katlediyorlar, milyonlarca zeytin ağacını kesiyor, ormanlarımızı ağaçsız -kuşsuz-cansız bırakıyorlar.
En değersiz şey insan canı gülüm.
Paraya-güce tapınan bir ahlaksızlık kuşattı ülkeyi.
Hep yalan, hep yalan, hep yalan ve alabildiğine kahır.
Çocukların sevinçlerini bile çalıyorlar can parçam.
Sen en çok buna isyan ederdin biliyorum, kızıl saçlarını savurup rüzgâra, set olurdun vicdansızlığa.
Çıkıp konuşuyorlar, yalan kusuyorlar ülkemin üstüne.
Sabredin diyorlar, şükredin diyorlar, ölüm tarlalarını görmüyorlar, isimsizler mezarlıklarını görmüyorlar, aç-açıkta olanları görmüyorlar, din diyorlar iman diyorlar, kader diyorlar.
Utanmıyorlar.
Vicdanları ölmüş bir çoğul, sorumlusu oldukları deprem cinayetini kutsuyor.
Halk seyrediyor.
Canım yanıyor Kiraz Çiçeğim, bal rengi gözlerin, o küçücük serçe ellerin, kızıl saçların, hayata gülüşler savuran şarkı-şiir dolu çığırtıların, mavi suların üstündeki martı kahkahaları kadar şen sevinçlerin, haksızlıklara isyanın, kedilere söylediğin ninniler, yazıp hayata bıraktığın günlüklerin, begonviller altında attığın kahkahalar benimle yaşıyor.
Katillerini tanıyorum canım yavrum.
Hesabını sormadan ölür gidersem, dağlar kadar, denizler kadar ahım kalır geri….