“Sana söz, bir gün bu topraklarda barışın ve kardeşliğin türküsü söylenecek”!.

“Sizin için ucuz olan nükleer enerji değil, insan hayatıdır”
“Sizin için ucuz olan nükleer enerji değil, insan hayatıdır” Kazım Koyuncu’nun hayattaki en net duruşu bu cümlede saklı sanırım.
Bugün zeytinliklerin imara açılması, derelerin üzerine kurulan HES’ler, termik santrallerle yok edilen doğa, halkların yaşam alanlarına yönelen bu acımasız talan etme politikalarını, iktidar destekli sermaye saldırılarını görse, kim bilir ne derdi?
Söyleyecek sözü, itirazı, isyanı mutlaka olurdu…
2005 yılında, tam da bugün kaybettik Kazım Koyuncu’yu.
Önce hastalandığı haberi geldi. Hepimiz az çok aşinaydık bu hastalığa… Kimi yakınlarımızı kaybetmiş, kimimizin sevdikleri o ince çizgide hayata tutunmaya çalışmıştı. Hepimiz bir şekilde tanıktık bu acıya. Ve şimdi, büyük kentin sokaklarında sesiyle bizimle yürüyen yol arkadaşımızın, yavaş yavaş önce sesini sonra hayatını kaybedeceğini öğreniyorduk.
Hatırlıyorum, Amerikan Hastanesi’ne yaptığımız ilk ziyaretti. Doktorlar, Kazım’ı görebileceğimizi söylediler. Asansör bozuktu, dokuz katı merdivenlerden sanırım iki, üç dakikada tırmandık. Odaya vardığımızda Kazım yoktu. Hemşireler, kantinde olduğunu söylediler. Yeniden koştuk. Kantine vardığımızda bir masa etrafında oturuyorlardı, kimse konuşmuyordu. O gün o masada tanık olduğumuz o veda hali 25 Haziran’da binlerce kişi ile birlikte Harbiye’de de bizimleydi…
Hastanede ise onu gördüğümüzde arkadaşımla birlikte ayakta, öylece kalakaldık. Kazım’ın da canı olduğunu bildiğimiz Umay, şaşkınlığımızı ve belki de hüznümüzü fark etmiş olmalı ki sessizce bir sandalye uzattı. Biz de o halkaya dahil olduk.
Kazım’ın “sevgi bahçesi halkası” diye adlandırdığı o dostluk çemberi, çoğunlukla kazimkoyuncu.com etrafında şekillenmişti. O site aracılığıyla tanışanlar müzik grupları kurmuş, birbirine yoldaş olmuş, kimi zaman omuz omuza yürümüş, kimi zaman aynı şarkıya ses vermişti.
O günlerde de yine Kazım Koyuncu için bir aradaydık.
Belki de hiçbirimizin birbirine benzemez oluşuydu bizi o halkaya bu kadar kenetleyen, belki de aslında çok benziyor oluşumuz. Bilmiyorum. Belki de Kazım abinin hep dediği gibiydi, müzikle kurulan bir sevgi halkasında bir araya gelmiştik.
Aslında Kazım Koyuncu’nun hayatı da böyleydi. Farklılıklarla yoğrulmuş, çeşitlilikle beslenmiş ama her seferinde insana, doğaya, barışa çıkmış bir yolculuk. Ona sadece müzisyen demek büyük çok büyük bir haksızlık olur. Politik görüşleri nedeni ile üniversiteyi bırakmış, dilinde şarkıları, yüzünde gülümsemesi eksik olmayan, ama her daim içi hep halklarına sevgisi ile dolu bir halk ozanıydı.
Hastalığı öğrendiğinde bile mücadeleden vazgeçmedi.
“Kanseri, kanser olmayanlar anlayamaz” diyordu.
“Kanserim ve korkmuyorum. Sadece beni sevenleri ve özgürlüğümü düşünüyorum. Ölüm küçük bir şey, ama hastalık özgürlüğünüzü sınırlıyor” diyordu.
Özgürlüğüne düşkündü. Hem müziğinde hem hayatında.
Sahneye çıktığında şarkılar değil, fikirler de dolaşırdı havada. O sadece melodiler üretmedi, bugün dahi bu kadar güçlü bir şekilde hatırlanmasının bir nedeni halkların yaşamına dokunması ve aslında kardeşçe yaşayabilme hayalinin, adaletli bir yaşam felsefesinin sesi olmasıydı.
“Ben bir müzisyenim, sonra biraz Karadenizliyim, ama hepsinin ötesinde ben bir devrimciyim” derken de buydu kastettiği.
“O çayı içen biri geri zekâlıdır. Ben kendi zekâmla ve felsefemle ölümü, hayatı uzatabilirim, kısaltabilirim, her şeyi yapabilirim. Peki, benim köyümdekiler, anasının kuzusu çocuklar, 16 yaşındaki kız; o neyi düşünsün, hangi felsefeyi düşünsün? Onun annesi hangi felsefeyle acısını yumuşatsın? Sen kimsin, o acıları onlara tattırabiliyorsun? Bu ülkenin politikacılara, yalancılara ihtiyacı yok. Kendi onuruna sahip çıkmış, kendi kişiliğine sahip çıkmış haline ihtiyacı var” demişti bir keresinde.
Sonrasında da “Çok fiyakalı bir hastalığa yakalandım, baba” demişti.“Devrimi düşlüyorsan ona göre yaşarsın. Yürüyüşün farklı olur. Bakkala, manava başka türlü davranırsın. Bunun için sana kimse puan yazmaz tabii ama anlarlar. Orada birisi farklı yürüyordur.” dediğinde de bir çoklarımıza rehber oldu.
“Birkaç aylık ömrün kalmışsa, para işe yaramaz, geriye sadece can kalır” diyordu.
Canını da tüm samimiyetiyle ortaya koymuştu, Lazca’sıyla, Hemşince’siyle, Gürcüce’siyle…
Dünyaya “Bir gün bu topraklarda barışın ve kardeşliğin türküsü söylenecek” diye seslenirken, bugüne de denk düşüyordu sözleri.Onun ardından geriye kalan sadece şarkılar değil, dinleyicileri ile kurduğu bağ da örnekti. Harbiye’deki cenaze töreninde en yakınları dahi şaşkındı “Kazım’ın bu kadar seveni mi vardı?” diye. Elbette dönemin medyası da şaşkındı. “Kimdi Kazım Koyuncu?” diye haberler yaplardı, albu ki Diyarbakır’dan Hopa’ya halklar onu yüreklerine çoktan almıştı.
Kazım Koyuncu, sevmenin devrimci bir eylem olduğunu anlatan o ender insanlardandı.
“Özgürlük, çok sevmekten geçer” derken, bunu bilerek söylüyordu.
Bu yüzden onunla tanışan, onu izleyen, onun sesine kulak veren herkes, bir şeyleri başka türlü düşünmeye başladı.
O, nükleere karşı direnen bir çayın sıcaklığı, bir çocuğun sesindeki “Hayde” melodisi, bir annenin duası, bir gençliğin vicdanı oldu hep.
Ve biz Kazım Koyuncu’nun dinleyicileri, her Haziran’da değil, aslında her hatırladığımızda yeniden bir araya geliyoruz onunla.Çünkü Kazım yaşarken de çok sevildi, ama öldüğünde halkların sesi oldu.
“Biz de öldük. Ama her şeye rağmen bu yeryüzünde şarkılar söyledik. Teşekkürler dünya…”
Teşekkür ederiz Kazım Koyuncu.
Sana söz, bir gün bu topraklarda barışın ve kardeşliğin türküsü söylenecek.
Senin sevgiyle kurduğun o halkada olmaktan, bir arada durmaktan asla vazgeçmeyeceğiz.