Güncel

YAŞASIN 23 NİSAN, DİLE KOLAY TAM 100 YIL

Arkadaşlar bugün önemli bir eşsiz güne şahitlik ediyoruz. BU yıl efsane bir yıl bizler için, ve yüce Türk Milleti için. Cumhuriyetimizin ilk atılan temeli olan Gazi Meclisimizin (TBMM) kuruluşunun 100. Yıldönümü. Ben 36 yaşında bir yurttaşınız ve kardeşiniz, abiniz, bir evladınız ve bu Asil Yüce Türk Milletinin bir evladı olarak bu muhteşem 100. Yıla tanıklık etme mutluluğuna ve nasibine eriştim. 1920 yılının 23 Nisanı idi. Günlerden Cuma günü Cuma namazından sonra Gazi Meclisimiz dualar ile açıldı. Bir taraftan toraklarımız işgal altında düşman kuvvetleri düşman kuvvetler her yeri sarmış. Onları defetmeye çalışıyoruz. Kuvva-i Milliye güçlerimiz Gazi Mustafa Kemal Paşamız önderliğinde canla başla bu vatan için mücadele ediyor.

YAŞASIN 23 NİSAN, DİLE KOLAY TAM 100 YIL

Meclisin açılışında Başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk Paşamız, silah arkadaşları, Gazi Meclisimizin mebus seçilecek vekilleri değerli güzel halkımızdan ve eşrafımızın ileri gelenleri, İlk Diyanet İşleri Başkanımız olan Mehmet Ali Rıfat Börekçi ve Atamıza bağlılığı ile vatan millet sevgisinden ödün vermeyen mecliste Atamızın her zaman yanına oturduğu ve oturttuğu Anadolu’nun zengin toprak ve aşiret ağalarından ki; Bu milletin ırzını namusunu kurtarıp, bu toprakları ve vatanı millete bağışladın, ben sana kurban olam Paşam diyen Diyap Ağa vardı.

YAŞASIN 23 NİSAN, DİLE KOLAY TAM 100 YIL

Gazi Meclisimiz bu yıl tam tamına 100 yılı doldurdu ne muhtıralar, ne ihtilaller, ne yasalar ne kanunlar, yerine göre acı günler doğal afetler  ve muhteşem tarihi anlar içerisinde acısı ile tatlısı ile 100. Yılına geldi. Bu tarihi zaferi büyük önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk Paşamız şu muhteşem sözlere yer vererek dile getirmiştir:

YAŞASIN 23 NİSAN, DİLE KOLAY TAM 100 YIL

Sayın milletvekilleri!
Bugün içinde bulunduğumuz durumu büyük Meclisinizin huzurunda tam olarak ortaya koyabilmek için bazı açıklamalarda bulunmak istiyorum. Arzedeceğim konular birkaç bölüme ayrılabilir: Birinci bölüm, Ateşkesten Erzurum Kongresine kadar geçen süre içindeki durumla ilgilidir. İkinci bölüm, Erzurum Kongresinden 16 Mart tarihinde İstanbul’un düşmanlar tarafından işgal edildiği güne kadar olan süreyi içine almaktadır. Üçüncü bölüm, ise 16 Mart’tan şu dakikaya kadar olan durumla ilgili olacaktır. Açıklamalarım birtakım belgelere dayanacaktır. İzninizle o belgeleri gerektikçe burada okuyacağım. Yalnız birinci dönem ile ilgili açıklamalarım belki biraz şahsi olacaktır. İçinde bulunduğumuz durumu bütünüyle aydınlatabilmek için o dönemden söz etmeyi gerekli buluyorum. Yüce makamlarınızca da bilindiği gibi, Ahmet İzzet Paşa Hükümeti, milli temele dayanan âdil bir barışı sağlayabilmek umudu ile ateşkes istedi. Bağımsızlığı uğrunda dürüst ve cesur bir biçimde savaşan ulusumuz, 30 Ekim 1918 tarihinde imza edilen ateşkes antlaşması ile silahını elinden bıraktı.

YAŞASIN 23 NİSAN, DİLE KOLAY TAM 100 YILİtilaf donanmaları İstanbul’a girdikten sonra ateşkes antlaşmasının hükümleri bir tarafa bırakıldı; gün geçtikçe artan bir şiddetle, saltanat hakları, hükümetin gururu, milli onurumuz hiçe sayıldı. İtilaf heyetinden gördükleri özendirme ve koruma sayesinde Osmanlı uyruğundaki Müslüman olmayan unsurlar her yerde küstahça saldırılara başladılar.

Meclis-i Mebusan’ın feshi, kuvvetini milletten almayan hükümetlerin sık sık değişmesi ve halkın vicdanından doğan milli birlik uğrundaki çalışmaların üzücü bir şekilde siyasi ihtiraslara kurban edilmesi yüzünden dünyaya karşı milli varlığımız duyurulamadı.

Yabancı kuvvetlerin işgali altında inleyen başkentimizde kan ağlayan bütün onurlu kişiler, millet aydınları, din ve devlet hizmetlerinin önde gelen kişileri, büyük hilâfet ve saltanat makamı milli bağımsızlığımızın bu tehlikeli durumdan kurtarılmasının ancak milli vicdandan doğan birliğin azim ve iradesine bağlı bulunduğuna iman getirdiler. Fakat İstanbul’un baskı ve işgal altında bulunması sebebiyle milli onuru korumaya maddeten olanak kalmamıştır. İşte bu sırada, Anadolu’ya mülki ve askeri işlerle görevli olarak ordu müfettişliğine atandım. 16 Mayıs 1919 günü İstanbul’u terk ettim, Samsun’da bu iş için görevlendirilmemi, din ve millete hizmet etmek için en büyük ve kutsal bir şeref olarak kabul ettim.

Milli vicdanın büyük iradesine bağlı olarak, milleti bağımsız ve vatanımızı düşmanlardan arınmış görünceye kadar çalışmak andıyla 16 Mayıs 1919 günü İstanbul’dan ayrıldım. Samsun’da işe başladım. İlk düşüncem, ülkemizde güvenliği kendi olanaklarımızla gerçekleştirebileceğimiz inancı oldu. Aslında Canik Livası’nın (Merkezi Samsun’da olan o zamanki sancağın adı) özel durumu da bu konuda en hızlı biçimde davranılmasını gerekli kılmakta idi. Gerçekten Rumların egemenliğini ve islâm halkının tutsaklığını amaçlayan, Atina ve İstanbul komitaları tarafından yönetilen Pontus Hükümeti, Karadeniz sahili ile kısmen Amasya ve Tokat’ın kuzey ilçelerinde oturan Osmanlı Rumlarının hayallerini körüklüyordu. Alınan önlemler sayesinde başarılı sonuç elde edildi. Fakat bu önlemler ve başarı yalnız Pontus dolayları ile sınırlı idi. Halbuki her gün haksızlıklarını artıran İtilâf Devletlerine milli varlığımızı siyasi olarak kanıtlamak ve fiili saldırılar karşısında ulusun namus ve bağımsızlığını bilfiil korumak çok önemli idi. Aslında doğuda ve batıda, hemen ülkemizin her yanında millet ve vatan haklarını korumak ve kollamak için dernekler kurulmuştu. Bu dernekler, düşmanlarının esaret boyunduruğuna girmemek amacı ile milli vicdanın azim ve iradesinden doğmuş kuruluşlardı.

Bu sıralarda, bütün belediye başkanlarımıza İstanbul’da İngiliz Muhipleri Cemiyeti (İngiliz Dostları Derneği.) kurulduğu ve her yerde derneğe katılarak İngilizlere yardım edilmesinin gereği konusunda Said Molla imzası ile bir telgraf geldi. Bu olayda Hükümetin ilgi derecesini ölçmek için Sadrazam (Başbakan) olan Ferit Paşa’dan bilgi istedim. Hiçbir cevap alamadım. Bilinmeyen kişiler tarafından başlatılan böyle düzensiz ve çeşitli siyasi maceralara yönelik girişimlerin, büyük felâketlere sebep olacağını anlayan ulus, Said Molla’nın çağrısını önemsemedi.

Binlerce saldırı ve haksızlıklar altında inleyen ve İzmir faciası olayı karşısında kan ağlayan millet, hükümetten ve itilâf devletleri temsilcilerinden ağlayarak yardım ve hak isterken, pek çok belediye başkanı ve birçok milli hakları koruma dernekleri gönderdikleri telgraflarda hakkımda güvenlerini bildirerek benden bu konuda çalışma ve özveri istiyorlardı. Yaşamımı ve kişiliğimi adadığım soylu ve ezilmiş ulusumun bu haklı isteği üzerine artık benim için kutsal görev, milli iradeye uymayı her şeyin üzerinde görmekti. (Sürekli alkışlar) Bunun üzerine yayınladığım bir genelge ile millete kesin sözümü verdim. işbu genelgenin son cümlesi şöyle idi:«Geçirdiğimiz şu ölüm ve kalım günlerinde, bütün milletçe her tarafta arzu ve coşku ile elde edilmeye azmedilen milli bağımsızlığımız uğrunda tüm varlığımla çalışacağıma güvenmenizi isterim. Bu kutsal amaç uğrunda ulusumla birlikte sonuna kadar çalışacağıma da mukaddesatım adına söz veririm»

27 Mayıs 1919 günü «Türkiye – Havas Reuter» adında itilâf devletlerinin kurduğu ajans, bildiğiniz gibi toplanan Saltanat Şürası (Padişahlık Danışma Kurulu) hakkındaki açıklamalarında «Genel kurulun düşüncesinin, Türkiye için büyük devletlerden birinin koruyuculuğunu sağlamak olduğu» kaydı ile yayın ve bildiride bulundu. Bu yayının doğruluk derecesi hakkında bütün ulusta büyük bir şüphe ve tereddüt uyandı. Ajans haberinin tamamen bir uydurmaya dayandığı ve Saltanat Şürasının hiçbir şeye karar veremediği, çoğunluğun hükümete güven duymadıkları ve geleceğimizle ilgili olayın bir milli şüraya sunulmasının gerektiği konusunda konuşmalar yapıldığı, bundan dolayı herkesin milli bağımsızlık taraftarı olduğu anlaşıldı. Bunun üzerine Sadaret Makamı’na aşağıda açıklayacağım bilgileri sundum ve durumdan halkı haberdar ettim.

Bundan dolayı genel güvenliği korumuş ve savunmuş olmakla görevini gereği gibi yaptığından emindir. Bu dakikadan itibaren, yedi yüz yıl boyunca onurlu ve yüce bir yaşam sürdükten sonra yok olma uçurumunun kenarında ancak ayakta durabilen Osmanlı Milletinin geleceğinin sorumluluğu, sayın Meclisinizin çalışma gücünü artıran bir neden olacaktır. Davamızın yasalara uygunluğu ve bütün millet ve ulusların, insanlık hak ve hukukundan paylarını almış olduğuna inandığımız yüreklerinin, bizimle birlik ve bize daima yardımcı ve destek olduğuna güvenimiz tamdır. Başarı ümitlerimizin kalplerimizde bir an bile karamsarlığa düşmemesini sağlayacak olan, sonsuz gücümüzdür, özellikle büyük tanrı her zaman bizimledir. (Amin, amin sesleri)

Bunun ardından gelen bir dizi süreç ile 29 Ekim 1923 te Cumhuriyetimizi ilan etmiş bulunuyoruz. Atamız tüm bu başarılarla yüce Türk Milletini İstiklal ve Bağımsızlıkla buluştururken şu efsane cümleyi de söyleyerek muhteşem bir şekilde noktayı koymuştur: Benim naçiz Vücudum Elbet Bir Gün Toprak olacaktır, fakat Türkiye Cumhuriyeti İlelebet Payidar Kalacaktır.

YAŞASIN 23 NİSAN, DİLE KOLAY TAM 100 YIL

Ayrıca bu kutlu günde bir acımızı ve büyük değerimizi de anıyoruz. Dün 22 Nisan bizim için özellikle ben, ailem, Türk Tiyatromuz ve Türk Sinemamız, Sanat camiamız için önemli bir gün. Tam 43 sene önce 22 Nisan 1977 de Benimde Aile büyüğümüz olan rahmetli ATIF KAPTAN dedem Ürdün’ün başkenti Amman’ da Senaryosu ve Yönetmenliği Çetin İnanç’a ait olan Başrollerini de Ahu Tuğba ile Yalçın Gülhan’ ın paylaştığı ve kadrosunda Atıf dedem Zerrin Doğan, Kazım Kartal ve Tarık Şimşek gibi sanatçıların yer aldığı Akdeniz Kartalı filminin çekimleri henüz başlamışken 5-6. Gününde sette Atıf Dedem kalp krizi geçirerek rahatsızlanmış, hemen setteki aracına oradaki şoförü tarafından birde görevli yanında bindirilerek en yakın hastaneye doğru yola çıkmışlar. Ama ölüm geldiği malum olmuş. Rahmetli dedem şoföre Mehmet oğlum Ölüm söz götürmez, sanırım vakit geldi. Derhal bildir. Beni Türkiye’ye Kocaeli İzmit’e götürüp Bağçeşme’ye anamın babamın yanına gömsünler diyerek hakkın rahmetine kavuşmuştur.

YAŞASIN 23 NİSAN, DİLE KOLAY TAM 100 YIL

Modern Çağdaş Türk Tiyatrosuna darül bedaiden o güne kadar gelerek saysız oyunlar sahneleyerek, iki ayrıda özel tiyatroda yer alarak, kendisinin kurduğu iki Özel Tiyatroda muhteşem Anadolu turneleri yapan ve Türk Sinemasına kendisini yetiştiren hocası Muhsin Ertuğrul’un 1929 yapımı Kaçakçılar filmi ile girerek bu son filmde noktalamak üzere 365 film ile sinemamıza hizmet veren Atıf Kaptan aramızdan ayrılmıştır. Akdeniz Kaartalı filminin çekimlerinde dedemin sahnelerinin sadece bir kaç tanesi çekilip çoğu kaldığı için filmden onun yer aldığı sahneler çıkarılmıştır. Biz de aile adına özellikle ben dedemin son oynadığı filmi Sinema Arşivlerinde Tövbekar filmi olarak düzelttirdik. İzmit’e hınca hınç akın eden Türk Tiyatrosunun ve Sinemamızın bir sürü yıldızları cenazeyi tıklım tıklım doldurmuştur. Hüseyin Peyda’dan Hüseyin Baradan’a Erol Taş, Nubar Terziyan, Mürüvvet Sim, Serdar Gökhan, Filiz Akın, Süheyl Eğriboz, Hakan Balamir, Orhan Gencebay gibi, Hüseyin Zan gibi bir sürü isim gelmiştir. Hatta Erol Taş’ın Atıf Kaptan dedemiz için Atıf Abi gibi bir babam bir kardeşim olsaydı da Bir Kolum Bir Ayağım olmasaydı’ cümlesini söylediği hep söylenir.

Biz de onun ölümünün bu 43. Yıldönümünde onun anılarını miraslarını yaşatarak sinemamıza ve Tiyatromuza gereken tüm önemi göstereceğimize Sinemamızdaki bayrağı en güzel yerlere bir ömür taşıyacağımıza söz veriyoruz. Bu kutlu günde en başta Cumhuriyetimizin Kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk paşamız ve silah arkadaşları ve Atıf Kaptan dedemin ruhları şad olsun. Nurlar içinde yatsınlar. Hepinize bilinçli güzel okumalar diliyorum.

NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE.

ATIF KAPTAN DİPNOT

Atıf Kaptan Ürdün’ün başkenti Amman’ da çekilen Akdeniz Kartalı filminin setinde rahatsızlanarak hayatını kaybedince onun sahnelerinin küçük bir bölümü çekildiği için, o çekilen sahneler filmin içinden çıkarılmış. Sinema arşivleri ve sinema siteleri Yeşilçam ve Türk Sineması adına son film olarak onu yazmışlar. Ailedeki yakınları onu düzelttirerek Ölmeden önce çektiği son filmi Tövbekar olarak değiştirtmişlerdir. Rahmetlinin son filmi Başrolünü Kadir İnanır ile İranlı aktrist Puri Benai’nin oynadığı Tövbekar filminde Kadir İnanır’ın dayısı rolünde oynamıştır.

 

Daha Fazla Göster
Başa dön tuşu